24 yıllık yoğun bakım hekimi Prof. Dr. Levent Döşemeci, 24 yıllık yoğun bakım hekimi olmasına karşın ölümle yaşam arasındaki çizgide görev yapmanın kendilerini uçtan uca sürüklediğini söyledi.
Prof. Dr. Döşemeci, "Ölüme yakın bir hastanın sağlığına kavuşmasıyla büyük sevinç yaşarken, bir başka hastanın ölümüyle derin üzüntü duyuyoruz. Sanırım ölümle bu kadar iç içe olan başka meslek yok" diyor.
Özel bir hastanenin anestezi ve reanimasyon bölümünden Prof. Dr. Levent Döşemeci, yoğun bakım hekimi olmaya hocası Prof. Dr. Atilla Ramazanoğlu'nun teşvikiyle karar verdiğini, yıllar içinde bölümünü çok sevdiğini söylüyor. Bir yoğun bakım hekiminin hastayı bütün olarak ele aldığına dikkat çeken Prof. Dr. Döşemeci, "Hastanın bilinci, kalbi, solunumu, böbrekleri gibi tüm sistemleri, beslenmesi de dahil her şeyiyle bir bütün olarak ele alıyorsunuz. Bu durum bizim yükümüzü, stresimiz, sorumluluğumuzu arttırıyor. Hayatla ölüm arasında gidip gelen o insanların sürekli yanında olmak psikolojik olarak bizi zorluyor. Uçtan uçta sürükleniyoruz. Bir taraftan ölmek üzere olan bir hastayı kurtarmanın getirdiği sevinç hakim olurken, diğer taraftan ölümün getirdiği üzüntü hakim oluyor. Sanırım hekimlik mesleğinde de diğer branşlarda da ölümle bu kadar iç içe olan başka meslek yok" diyor.
SADECE SAHADA İŞİMİ DÜŞÜNMÜYORUM
24 yıldır yoğun bakımda çalıştığını ancak hala çocuk ve gençlerin orada bulunmaları ya da ölümlerine alışamadığını anlatan Prof. Dr. Döşemeci, "Çocuk ve gençlerin ölümlerinde çok üzülüyorum. Alışmak mümkün değil" şeklinde aktarıyor duygularını.
Prof. Dr. Döşemeci "Yoğun bakımın yüklediği bu stresi nasıl atıyorsunuz?" sorusuna ise şöyle yanıt veriyor: "İşler yolunda gittiği zaman, hasta için gerekli her şeyi yaptığınızda, vicdani olarak rahat olduğunuzda çok etkilemiyor. Bizi daha çok sıkıntıya sokan çözemediğimiz durumlar, beklemediğimiz problemler, istemediğimiz olaylar. Yoğun bakımın önemli bir özelliği 7 gün 24 saat görevde olmak. Saat 5'te kapıyı kapatıp gidemiyoruz. Hastalar orada duruyor, onların sorumluluğu var. Ancak spor beni en çok rahatlatan şey. Yıllardır haftada birkaç gün futbol oynuyorum. Herhalde bir tek sahada düşünmüyorum işimi."
DAHA BÜYÜK İŞLER YAPABİLİRİZ
Ülkenin genel ekonomik ve kültürel durumu ile bağlantılı olarak işlerini ideal şekilde yapamadıklarını da anlatan Prof. Dr. Levent Döşemeci, "Yurtdışındaki imkanları görüyoruz. Ne yazık ki büyük oranda ekonomik nedenlerden dolayı gerek teknolojik gerek personel olarak gelişmiş ülkelerden geri durumdayız. Ancak tüm bunlara rağmen bilimsel çabalarımızla, fedakarlıkla, mücadeleyle çalışıyoruz. Bu eksikliği kapatmaya çalışıyoruz. Bilimsel platforma sonuçlara baktığımızda da biz onlardan daha kötü değiliz belki ama daha büyük imkanlarla daha büyük işler yapacağımıza inanıyorum" diye konuştu.
YATAK OLMADIĞI İÇİN ALAMIYORUZ
Yoğun bakımdaki bazı hastaların yapılan tüm tedavilere karşın kaçınılmaz sonla karşılaşacağını bile bile tedavisinin devam ettiğini anlatan Prof. Dr. Döşemeci, "Bu hastalara diğer hastalardan hiçbir ayrım gözetmeksizin bakmak zorundayız" diyor.
Yoğun bakım yatak sayısının genellikle bir hastanenin yatak sayısının yüzde 10-15'i kadar olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Döşemeci şunları söylüyor: "Mesela bizim hastanenin yoğun bakımı 22 yataklı ve genellikle dolu. Bu yatakların bir bölümü kurtulmayacağını tahmin ettiğimiz hastalarla dolu. Elbette biz sonuna kadar bakacağız ama iyileşme umudu olan bir hasta geldiğinde yatak olmadığı için alamıyoruz. Bu durum bizi çok üzüyor. Devlet bu hastaların farkında. Yoğun bakımdan yarar görmeyecek durumda olan hastalar için ya hastane içinde bakılabilecekleri ayrı bir bölüm ya da evde bakımda desteğin arttırılmasıyla ilgili şeyler ilerde mutlaka olacaktır. Aksi takdirde sürekli yoğun bakım yataklarını arttırarak bile ihtiyacı karşılamakta başa çıkılamıyor."
HASTAM NEFES ALSIN YETER DİYORLAR
24 yılda yaklaşık 20 bin yoğun bakım hastasına baktığını anlatan Prof. Dr. Levent Döşemeci hasta yakınlarından söz ederken bazılarının "Hastam nefes alsın yeter bize, bilincinin kapalı olması önemli değil" dediklerini anlatıyor. Kaçınılmaz sonuçta olan hastaların son günlerini belki de evlerinde aileleriyle birlikte geçirmelerinin doğru olacağını söyleyen Prof. Dr. Döşemeci, "Dünyada yapılmış bazı araştırmalar var. İnsanlara sormuşlar böyle bir durumdayken nerede ölmek istersiniz diye. Yüzde 90'u evinde ölmek istediğini söylemiş. Öyle bir durumdaki hastanın ızdırapsız ve konforlu olması tabii ki ilk şart ancak tedavi anlamında yapılması gerekenler yapılmışsa ve yarar sağlamamışsa evinde olması belki de daha huzur verir" şeklinde konuştu.
'HERŞEYİ YAPTINIZ, UĞRAŞMAYIN ARTIK' DİYOR
Bir başka hasta yakını grubunun ise tüm tedavilerini yapılmış ancak yarar sağlanamamış hastalarıyla ilgili olarak, "Uğraşmayın artık yeter. Her şeyi yaptınız, acı çekmesin daha fazla" dediğini de hatırlatan Prof. Dr. Döşemeci sözlerini şöyle sürdürüyor: "Zaman zaman böyle durumlarla da karşılaşıyoruz. Ailelerden 'Artık ellemeyin' şeklinde talep gelebiliyor. Ancak bu mümkün değil. Yoğun bakıma giren bir hastanın kaçınılmaz sona kadar temel bakım ve tedavilerini sürdürmek durumundayız. Ama bazı agresif tedavi yöntemlerinden geri durmak sözkonusu olabilir."
ÖTANAZİ TARTIŞMALI BİR KONU
Prof. Dr. Döşemeci, "Ötanaziye nasıl bakıyorsunuz?" sorusuna yanıt verirken "Çok tartışmalı bir konu bu çünkü işin felsefi, ahlaki, dini, bilimsel ve hukuksal yönü var" diyor. Ötanazinin suistimale açık bir konu olduğunu ve dünyada çok az ülkede yasalaştığını söylüyor. "Ama ilginç uygulamalar da var" diyen Prof. Dr. Levent Döşemeci şunları aktarıyor: "Örneğin İsviçre'de 50- 60 yıldır terminal dönemde olan, acı çeken hastaların ölümünün kolaylaştırılmasıyla ilgili bir takım uygulamalar yapılıyor. Hiçbir yasal güvencesi yok ama hiçbir cezası da yok. Hukuksal yönü olmamakla birlikte hekimler, aileler ve yargının ortak uzlaşısı ile bu şekilde uygulanıyor."
Türkiye'de ötanaziye yaklaşımla ilgili soru üzerine Prof. Dr. Döşemeci, "Hep bir şüphe, endişe var insanlarda. Felsefi ve dini boyutu var. Dolayısıyla tüm bunlar bir araya geldiğinde kesinlikle uygulanmıyor" ifadelerini kullandı.
UMUDUN AZ OLDUĞU HASTALAR
Zaman zaman medyada yer alan "Bitkisel hayattaki kadın ya da erkek yıllar sonra uyandı" haberlerini kendisinin de okuduğunu ancak 24 yıllık meslek yaşamında umudunu kaybettiği hiçbir hastasının sağlıklı bir hayata dönemediğini belirten Prof. Dr. Döşemeci, "Ama umudumun çok az olduğu hastalarımın nadir de olsa, beklediğimizden daha iyi hale geldiği oldu. Bu işle ilgili bilginiz, tecrübeniz yeterliyse neredeyse yanılmıyorsunuz" şeklinde konuşuyor.
O HASTAMIZIN DUYDUĞUNU HİÇ KESTİREMEMİŞTİK
Yoğun bakımdaki bir hastanın duyup duymadığı ya da anlayıp anlamadığıyla ilgili soruya ise Prof. Dr. Döşemeci bir anısı ile yanıt veriyor: "Genç bir çocuk trafik kazası sonucu gelmişti. Kafa travması vardı. Bilinci kapalıydı. Solunum cihazındaydı. Aylarca yoğun bakımda kaldı. Ve sonra iyileşti, taburcu ettik. Yoğun bakımda yatarken ziyarete hep babası geliyordu. Annesi çocuğu o halde görmeye dayanamadığı için girmiyordu. Taburcu olduktan sonra çocuk ailesine demişti ki 'Ben hep babamın sesimi duyuyordum, annem hiç gelmedi'. Annesine sitem etmiş. Bu beni çok etkilemişti çünkü biz onun duyduğunu anladığını hiç kestirememiştik."
HER HASTANIN BİLİNCİ KAPALI DEĞİL
Yoğun bakımda olan her hastanın bilincinin kapalı olmadığını söyleyen Prof. Dr. Levent Döşemeci şunları aktarıyor: "Hasta çok çeşitli nedenlerle yoğun bakımda olabilir. Bir takım ilaçlarla ya da beyindeki ciddi hasarla ilgili uyutuluyor olabilir. Bu hastaların duyup duymadığı ya da anlayıp anladıklarıyla ilgili çok emin olmak mümkün değil. Ancak biz oradaki tüm hastalara duyuyor ve anlıyormuş gibi davranıyoruz. Bu konuya çok özen gösteriyorum."
BİZ DE ÇOK MERAK EDİYORUZ
Kalbi durduktan sonra tekrar çalıştırılan ve sonrasında iyileşen hastaların ölümle ilgili sözleri olup olmadığı şeklindeki soruya gülerek yanıt veren Prof. Dr. Döşemeci, "Biz de çok merak ediyoruz. O tip hastalara biz de soruyoruz 'Işık gördünüz mü?' diye. Ama anlatana hiç rastlamadık" diyor.
YOĞUN BAKIMDA DOĞUMGÜNÜ
Yoğun bakımdaki hastaların doğum günlerini kutlayıp kutlamadıkları ile ilgili soruyu ise Prof. Dr. Döşemeci, "Doğum gününde hastanın yatağının çevresini süslüyoruz. Çocuklarının ya da torunlarının fotoğraflarını karşılarına koyuyoruz. Aileyi içeriye alıyoruz. Pasta da oluyor" şeklinde yanıtlıyor.
HASTALARIN MİNNETSİZLİĞİ BİZİ ÜZÜYOR
Yoğun bakım hastasının tedavisinden beslenmesine ve kişisel bakımına kadar her şeyin yoğun bakım çalışanları tarafından karşılandığını anlatan Prof. Dr. Döşemeci bir de sitemde bulunmadan edemiyor: "Hastalar ve yakınlarının minnetsizliği üzüyor bizi. Aylarca baktığımız hastalar var. Hemşirelerimiz tırnaklarının bakımına kadar yapıyor. Bu hastalardan iyileştikten sonra bize gelen, teşekkür eden, Allah razı olsun diyenlerin sayısı çok az. Belki yüzde 10. Beni en çok üzen budur. Oysa biz onların bizi ziyaretinden çok mutlu oluruz."
Yoğun bakımın en önemli ayağının hemşire olduğunu belirten Prof. Dr. Döşemeci, "Hastaya bakan, tedaviyi veren, temizleyen, onları gözleyen, problemleri fark eden kişidir. Hemşire yoğun bakımın temel unsurudur. Onların hakları ödenemez. Büyük fedakarlıkla çalışıyorlar" diyor.
Prof. Dr. Levent Döşemeci, kendine ayırabildiği zamanlarda genellikle kendisi gibi doktor olan eşi Elmas Döşemeci, ODTÜ Mimarlık Bölümü mezunu olan kızı 23 yaşındaki Ege ve 13 yaşındaki kızı 7'nci sınıf öğrencisi Deniz ile vakit geçirmeye özen gösterdiğini de sözlerine ekliyor.
ÖLÜM HABERİNDE TAVIR
Prof. Dr. Levent Döşemeci yoğun bakımda çalışan tüm ekibi en çok etkileyen, bazen çok üzen bazen de sinirlendiren olayın ölen hastaların bazılarının ölüm haberini almalarından sonraki tepkileri olduğunu belirtti. Prof. Dr. Döşemeci, "Elbette her ölüm üzücü, ağlanabilir. Ama bazen son derece beklenen, doğal bir ölüm olmasına rağmen hasta yakınları duvarları yumrukluyor, camları kırıyor hatta çalışanlara sözlü veya fiziksel tacizlerde bulunabiliyor. Çok sık yaşamasak da böyle olaylardan sonra bir süre kendimize zor geliyoruz. İşimizle ilgili ciddi motivasyon kaybı yaşıyoruz" diyor.
EN ŞAŞIRTAN HASTA
Zaman zaman şaşırtan olaylar da yaşandığını anlatan Prof. Dr. Levent Döşemeci, şu anısını paylaştı: "Alkol zehirlenmesiyle sokaklarda yaşayan bir hasta geldi. Bilinci de kimsesi de yoktu. Biz hastaya birkaç hafta baktık. Tedavilerini yaptık, iyileşti. Artık taburcu edeceğiz dedik ki 'Seni çıkaracağız ama ailenin bakımına ihtiyacın var. Kimsen yok mu?'. Hasta da yakınlarının Antalya dışında olduğunu ancak onların yanına gidecek parası olmadığını söyledi. Çıkardık yol parası verdik, gitti. Aradan bir süre geçmişti ki dediler ki 'Hocam alkol zehirlenmesinden gelen hasta sizi görmek istiyor'. Aklıma ilk gelen yine para isteyeceğiydi. Ama yanılmışım. Elinde bir kutu çikolatayla teşekkür etti. Düşündüğümden ben kendim utanmıştım. O hasta beni çok şaşırtmıştı." DHA
RÖPORTAJ: Selma KUNAR
FOTOĞRAF: Süleyman EKİN