Önceki yıllarda bir şiir yazmıştım. Şiirin adı “Sadeliğe Çağrı”ydı. Şiir böyle başlıyor: Sadeyim, bakışlarım gibi. Sadelikte denge, sadelikte kendine güven var. Duyuşlarım gibi.
Sadelik pırıl pırıl. Gökyüzü oldum olası sade. Bütün renkler, doğa baştanbaşa sade. Görüşlerim gibi. Sadelikten geçemem. O, yaratıldığında sade. Çocuğun sevinci, insanın bilinci sade. Düşüncelerim gibi.
Toprak, yaprak sade. Uykularım, düşlerim sade. Bağım, bahçem, sözüm, sazım sade. Sadelik ağırlık ifade eder. Yalın bir hazdır sadelik. Bir ucu gökyüzüne gider düşlerim gibi” Böyle bitiyordu.
Sadelik yalınlıktır. Sadelik gösterişten uzak durmaktır. Sadelik hayatı ve insanı olduğu gibi kabuldür. Sadelik Türk toplumunun yakından tanıdığı yaşam tarzıdır. Geleneksel yaşam böyle olduğu halde son yıllarda gösteriş ve şatafat aldı başını gidiyor.
Şatafat beraberinde lüksüde getirdi. Şatafat ve lüks yaşama yansıdığı gibi insan ilişkilerine de yansıdı. Ekonomik durumu iyi oyanlarla, son model arabası olanların çalımından geçilmiyor. Asıl olan sadelik ve samimiyettir. Bunlardan uzaklaşmak gerçek yaşamdan kopmaktır. Sadelik ve samimiyet olmayınca yapay bir hayat doğar. Yapay bir yaşamsa insanı tatmin etmekten uzaktır.
Çok partili yıllara gelinceye kadar suskun bir toplum olarak yaşıyorduk. İnsanlar az ve öz konuşmaya çalışıyordu. Konuşmalarda gerçek yaşananlar ne ise o dile getirilmeye çalışılırdı. Gerçeğe uygun düşmeyecek şekilde söz etmek sanki yalan söylemekti. En ufak bir yalan varsa, yalanı yüzün kızartması ele verirdi.
Çok partili döneme geçtikten sonra ve günümüzde insanlar çok konuşur oldu. Konuşma öncelikli olarak birinci sırada yer aldı. Dinleme ise ikinci sırada kaldı.
Mevcut duruma gelince konuşma laf söylemenin ötesinde başka bir anlam ifade etmiyor. Konuşma derinliği olmayan sözlerin bir araya geldiği “laf salatası” durumuna düşürüldü. Oysa derinliği olan konuşma insanı, insana bağlayan bir köprüdür. Yalanlar, dolanlar konuşmaları yavanlaştırır. İşin tadını kaçırır. Birde aldatmalar olursa insanlardaki güven duygusu zedelenmiş olur.
Gülden güle, bir yol varsa, gönülden gönüle de bir yol aranmalıdır. Kötülüklerin kol gezmediği, kötülüklerden uzak sade ve samimi bir yaşam sürdürebilmek hak ve umuttur. Bunların dışında insanların öncelikli görevleri çevreye, topluma yapabileceği olumlu katkılarla insancıl beklentilerdir. Sadelik ve samimiyetle arzu edilen iletişim istenilen şekilde kurulabilecektir.
Sadeliğin ve samimiyetin sağladığı kazanç açık bir şekilde görüldüğü halde yaşanan samimiyetsiz hallere gelince düşündürücüdür. Bunlar yakından takip edilmeli bir ölçüde değerlendirilmelidir.
Şöyle ki; devletin mal varlığı tüm milletindir. Hükümet edenler devletin mal varlığını “Yağma hasanın böreği” gibi kullanamazlar.
Hükümet edenlerin devletin mal varlıklarını yakınlarına, kayrılan kişilere, yandaşlara peşkeş çekme hakları yoktur.
Toplumsal baskılar insanların yaşamlarını zorlaştırır. Vergiler, katı kurallar ve daraltılan yaşam bireyin özgür yaşamına kısıtlama getirir.
İnsanların ellerinden ekmeklerini alarak yoksullaşmaya yönelik siyaset yapılamaz, yapılırsa etik değildir. Siyaset milletin refah seviyesini, yaşam kalitesini arttırmak için yapılır.
Din ve inançları istismar etme eğiliminde olan siyasiler, güçlerini pekiştirmek için bu yolu seçerler. Dinsel değerleri politik söylemlerinde kullanmaları onlar için bir kurnazlık hem de açıkgözlülüktür.
Uygar toplumlarda kurallar bir kişinin veya bir grubun keyfine göre belirlenemez. Toplumun kuralları sözünden hukuk kurallarıyla hukukun üstünlüğü anlaşılır.
Ayrıca sadelik ve samimiyetin yanında insan hakları, hak, adalet ölçüleri de her yerde aranacaktır. Bunlar yoksa insanlar, hatta insanlık kayıptadır. Yaşamı sadeliği ve samimiyeti içinde bir bütün olarak yaşamak istiyoruz. İnsanlar olarak hakkımız değil mi? Tüm samimiyetimle.
Tel: 0539 979 35 29 Cafer GÜNDOĞDU