Bu sayıda sizlere bir nostalji yapma düşüncesi ile 12.09.2004 tarihinde Batı Torosların en yüksek yeri olan 3070 metre yükseklikteki Kızlar sivrisine (Akdağ) tırmanışımızı yazmak istedim.
Yaptığımız plana göre yola Elmalı tarafından başlayacak, Kumluca tarafı olan Karacaören köyünden inecektik. Ekibimizde Kumluca Kaymakamı Abdullah Aslaner, Av. Ramazan Savran, Cezmi Tuncel, Refik Nacakçı ve oğlu Mahir ve ben, birde Kazım Çiftçioğlu vardı.
12 Eylül sabah saat dört civarında Kumluca’dan yola çıktık. Elmalı Üzerinden dolaştıktan sonra saat 7.45 civarında en son araba yolu varan Elmalı İlçesi Söğle köyünün yaylasına vardık. Oradan arabamız geriye döndü. Tabii o anda önümüzde tüm dehşeti ile kızlar sivrisi (Akdağ) duruyordu. Vakit geçirmeden 1 günlük azığı ve yedek giyeceklerimizin bulunduğu çantalarımızı sırtımıza attığımız gibi tırmanmaya başladık. Yarım saat’lik bir yürüyüşten sonra Kırkpınar beline vardık. Zirveye tam tırmanış için Dağcıların geldiği Çamkuyuları tarafına gitmemiz gerekiyordu. Ama oraya gitmek bize biraz uzun düşecekti. Bulunduğumuz yerden tırmanmamız ise biraz daha zordu, Çünkü; Yamaç olduğu gibi taşlıktı onun için dik çıkmamız gerekiyordu. Ta arka tarafa dolaşmaktansa önümüzde bulunan bir derecikten dik çıkarız ve biraz daha fazla dinleniriz düşüncesi ile bu yoldan başladık. Kaymakam bey ve Refik farkı bir yol çizdi ve söğle tarafına doğru yan bir yol çizerek gitti. Tabii bu arada henüz kahvaltı yapmamıştık. Ben belli saatlerde ilaç almam gerektiği için ayak üstü elimde birşeyler yedim arkadaşlarda birer elma. Ağır ağır yola devam ettik. En geride gideni tahmin ediyorsunuzdur herhalde. Biz ona nal toplayıcı diyoruz. Böyle bir unvan olunca da, bu unvanı kimseye bırakmıyorum.
Arkadaşlar peyderpey saat 11’e çeyrek kaladan itibaren zirvenin 50-60 metre yakınındaki küçük bir boğaz var oraya varmaya başlamışlar. Tabii ben oraya 11 buçuk civarında vardım. Daha önce gelenler tarafından taş duvarlar örülerek konaklama yeri yapılmış. Arkadaşlarda oraya konaklamış ve öğle yemeği hazırlığına başlanmış. Ben hazırın üzerine vardım. Ve hemen yemek yemeye koyulduk. Bu yemek hem Sabah kahvaltısı, hemde öğle yemeği idi.
Nefis bir yemekten sonra, ah bir çay olsa diyorum. Ama 3070 metrede çayı nereden bulacaksınız diyorsunuz haklı olarak. Ama Cezmi’nin olduğu yerde çay olur. O küçük tüpü ile Cezmi çayı demlemişti bile. Biraz meyve yedikten ve çay içtikten sonra tamamiyle dinlenmiştik artık. Yalnız Ramazan Savran yanında bir foşet üzüm getirmişti. Onuda yiyelim dedim ve Ramazan Onu zirvede yiyeceğiz dedi. Zirve çok yakın olduğu için malzemelerimiz konaklama yerinde kaldı ve biz zirveye çıktık. Kumluca ovası tam gözükmüyor. Ama Tahtalı dağına tepeden bakıyoruz. Elmalı ovasının tamamı ayak altında gibi. Üzümleri yedikten ve Todosk tarafından bırakılan defteri imzaladıktan sonra geriye dönüyoruz. Tabii bu arada orada iki defter var. Birinci defterde 2001 yılı Temmuz ayında oraya ilk çıkışımda yazdığım yazıyı da bulunca diğer arkadaşlara havamı basıyorum tabii.
Öğleyin saat 13 gibi geriye dönüyoruz. Bu sefer güzergah değişik önümüzde epey yol var. Elmalı tarafından çıktık. Buradan gelirken zirveye bayağıda yaklaşmıştık. Ama dönüş kırkpınar yaylası üzerinden Devrent geçidi ve Karacaören köyü Kozağacı Mahallesi olacak. Kırkpınar yaylasına inebilmek için çıktığımız yol kadar yol inmemiz gerekiyordu. Öylede oldu, zorlu bir dik inişten sonra yollarda taş yuvarlaya, yuvarlaya Kırkpınar yaylasının Başpınar çeşmesine indik. Orada iyice dinlendik. Ve Kırkpınar yaylasını boydan boya geçmek üzere yola koyulduk.
Kırkpınar yaylası Kumluca tarafında devrent geçidinden başlayıp Elmalı tarafında Kırkpınar beline kadar uzanan bir vadiden ibaret. Bu vadinin özelliği ise en beride Emzik Pınarından başlayıp, Başpınar çeşmesine kadar uzanan ve yaklaşık vadi boyunca aynı çizgide bulunan irili ufaklı çeşmelerin bulunması. Eski yıllarda bu çeşmelerin tamamının 40 adet olduğu rivayet ediliyor. Bu suların yerleri halen çayırlaşmış şekilde duruyor. Ama 15 kadarı halen akıyor.
Kırkpınar yaylasını o güzelim havası ile geze geze boydan boya geçtik. Bu sırada bütün yorgunluğuma değdi. Hava güzel, Sular güzel, yaz sonu kurumaya yüz tutmuş çayırlar güzel. Bu şekilde yürürken Emzik Çeşmesinin yanına, yani kayabaşı mevkiine geldiğimizde çayiçi köyünden Çakal Ademle karşılaştık. Adem yayladan hala inmemişti. Adem çayiçi köyünden olup; yazın hayvanları ile birlikte Kırkpınar yaylasına çıkan 6-7 aileden birisi. Herkes göçeli 15 gün olmuş ama o hala orada. Onunla biraz sohbetledikten sonra bir kademe daha aşağı olan Kurucaova’ya doğru dik bir şekilde iniyoruz. İniş aşağı yürüdükçe parmaklarım ayakkabının burnuna doğru çarptıkça parmaklarım acıyor.
Yürümem zorlaşıyordu. Kurucaova Kırkpınar yaylası ile Devrent boğazı arasında adı gibi kuru bir ova. Bir kademe üstte Kırkpınar yaylasında o kadar bol su, orada hiç su yok. Buda Tabiatın bir gereği. Arkadaşlar guruplar halinde bu ovayı geçip, Devrent boğazına doğru kayboluyorlar. En geride Kimin olduğunu herhalde tahmin ediyorsunuzdur. Gurubun en yaşlısı Turgut Eken herhalde en baştan gidecek değildi. Bana en geride Refik Nacakçı yoldaşlık yapıyordu.
Ovayı geçip Devrent boğazının derinliklerine girince kısa bir dinlenme safhasına geçtik. Orada Refik Turgut Abi senin ayakkabın sıkı bağlı değil parmakların onun için acıyor dedi. Ayakkabılarımı iyice sıkınca cidden acılarımın çoğunluğu geçti. Devrent boğazını geçip Kumluca tarafını görünce artık sedir ağaçları başlamış ve alakır vadisine tepeden bakılıyor. Önden varan arkadaşlar o manzarayı yakalayınca kaçırırmı, kalan yiyeceklerle hemen bir sofra kuruyorlar. O manzara ve havada taş olsa yenir. Akşam yaklaşınca fazla beklemeden hemen yola koyulduk çünkü daha epey yolumuz vardı.
Parmaklarımın acısı geçti ama iniş aşağı indikçe bu sefer dizlerim tamamiyle kesildi. Diğer arkadaşlar gitti biz yine Refikle birlikte geriden Sedir ağaçlarının arasından geliyoruz. Çağşır diye aşağı doğru çağıl yığınından oluşan bir vadi var. Orası ağaçlık değil tam onun başına geldiğimizde Ramazan Savran da bizi bekliyor. Ramazan karanlık oluyor, ayda yok karanlığa kalırsak gidemeyiz diye bizi uyardı. O hızla nasıl indiğimizi bende bilemiyorum. Çakıllara basınca adımımız en az bir metre gidiyordu. Arabanın yanına yaklaştığımızda artık karanlık çökmüştü. O gezide arkadaşların en az iki saatlik zamanını çalmıştım geç kalmakla. Onun için Haklarını helal etmelerini söyledim ve bitkin bir şekilde bizi bekleyen bir arabaya binerek Kumluca’ya doğru yola koyulduk.
HOŞÇA KALIN, DOSTÇA KALIN, SAĞLIKLI KALIN……………..
Turgut EKEN