Hepimiz onu Hilmi Önal olarak tanıyoruz. Hadi itiraf edelim, çoğumuz adını şimdi öğreniyor belki. Bazen böyle oluyor işte, yaptığın bir iş öyle çok beğeniliyor ki, bir daha kendi adın bile onun önüne geçemiyor. Onun için tuhaf bir ruh hali olsa gerek karşılığı. Öyleyse bu şimdi, Hilmi Önal gölgesinde, Recem Aktuğ'a uğurlama...
Bir rolde izleyip sevdiğimiz, şarkılarda sesine hayran olduğumuz sanatçıların gerçekte kim oldukları, neyi sevip neyi sevmedikleri sanırım ancak hayata veda ettiklerinde merak ediliyor. Biraz Recep Aktuğ’dan bahsedeyim size. Hilmi Önal kötü, sözünde durmayan, hırsında boğulan bir karakterdi. Oysa Aktuğ, kişiliğini, verdiği sözleri mutlaka tutan, insanları, hayvanları ve doğayı seven biri olarak tanımlıyordu. En büyük korkusu, insanların peşin hükümlü olmasından sebep yanlış anlaşılmaktı. O, insanlar arasında konuşularak çözülmeyecek bir konu olmadığını düşünüyordu. “Herkesin mutlu olmasını istiyorum. Yalan ve sahte konuşma ve duruşlardan da nefret ediyorum.” diyordu. Hayır demek onun için dünyadaki en zor şeydi. Bilinen sanatsal çalışmalarının yanında fotoğraf çekiyor, çocuk oyunları yazıyor, sahne için gösteri programları yazıyordu.
Bir röportajında, “Bugüne yaptığınız en büyük çılgınlık neydi?” sorusunu şöyle cevaplıyordu: “Hayatım boyunca sürekli çalıştığım için bence yapamadığım çılgınlığı sormalısınız. Bunun da cevabı gönlümce yapamadığım bir tatil.”
Ve hepsinden öte, dünyanın en güzel şeyinin, “Seni seviyorum” demek olduğuna inanıyordu…
Daha bu sabah konuştuk arkadaşımla söylenmesi gerektiği halde söylenmeyen sözler üzerine. Şöyle bir şey dedi: “Söylenmeyen sözler, bu dünyadan gidince söylenmeyi bekliyor.”
Şimdi sonsuz bir yolculuğa çıktın ve hiçbir zaman yetmez ama dilerim yeterince “Seni seviyorum” demişsindir…
Ruhun şad olsun Recep Aktuğ…
(Kızı Zeynep ile)
Çocukluğu ve eğitim hayatı
Recep, 13 Mayıs 1954’te, İzmir, Çeşme’de dünyaya geldiğinde ailesi, ona “Mehmet Recep” adını verdi. Ailenin, hayattaki en önemli değer olduğunu öğrendiği bir ortamda büyüdü. Hayat onun için İzmir’de başlamıştı. İlkokul, ortaokul, lise eğitimlerini Karşıyaka’da tamamladı. Onun çocuk olduğu dönemde samimi insanların yaşadığı, sevdiği, sevildiği bir Karşıyaka’da…
Bir de müzik vardı; yaşamının vazgeçilmezi olacaktı. Türkiye’de özel işler yaparak adını duyuracağı günlere adım adım varacaktı. 1974’te, Şişli Siyasal Bilgiler Yüksek Okulu’na başladı. Burada geçirdiği 4 yılın ardından Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’na kaydoldu…
(Eşi Gül ve kızı Zeynep Aktuğ)
İş hayatı
Konservatuarda devam eden eğitim sürecinde, grafikerlik, pazarlamacılık gibi işler yaparak parasını kazandı. Gazeteci Tufan Aksoy’un desteği ile Çetin Emeç yönetimindeki Hürriyet Gazetesi’nin Magazin bölümündeki, Hafta Sonu Gazetesi’nde muhabirliğe başladı.
Muhabirlik günleri bir buçuk yıl sürdü. Ardından organizasyon işleri yapmaya başladı. Şat Yapım kapsamında yürüttüğü çalışmalar ile Antalya, Anamur Girne, Akşehir festivallerinin yönetiminde görev aldı. Festivaller sona erdiğinde, Şat Yapım’ın da ticari yaşamı son bulmuştu. Bunun üzerine Recep, Tuğrul Karataş, Baha Boduroğlu ve Ertuğrul Çayıroğlu ile bir araya gelerek Arı Yapım adını verdikleri şirketlerini kurdular. Şirketin ilk sanatçısı Sezen Aksu, ilk bebekleri de Kaybolan Yıllar’dı…
Müzik yaşamında adım adım
Müzik, Recep’in hayatına çocuk yaşlarında, henüz ortaokul sıralarındayken girmişti. Yıllar sonra bir röportajında müziğe başlama serüveninden bahsederken şöyle diyecekti: “Hayalim hep bir şeyler üretmek, yeteneklerimi sergileyerek hayatımı devam ettirmekti ve oldu. Ama çok çalıştım.” Oldu zamanlarına gelene dek yürümesi gereken uzun bir yol vardı önünde…
Notaların büyüsünün sardığı birkaç arkadaşı ile 1973’te, Anadolu Pop tarzında müzik yaptıkları Gelenek adını verdikleri grubu kurduklarında henüz lisedeydiler. Kanları deli akıyordu ve müzik onlar için pek çok güzel şeyin karşılığıydı. Bu grupla ilk profesyonel işlerini de yaptılar. İzmir Mogambo Gece Kulübü’nde sahnedelerdi…
Bu ilk adımdan, Sezen Aksu ile çalışmalara kadar gelinmişti. Bir gün Sezen de Türkiye’nin Minik Serçesi oluverecekti. Kaybolan Yıllar’ı, Disco Fasıl takip etti. Değişmeye, dönüşmeye ihtiyaç vardı. Bazen her şey yolundaymış gibi olsa da, olmuyordu. Eksik olan bir şey hep vardı. Bu birliktelik uzun sürmedi. Recep, 1976’da, “Kısa Dalga Vokal Grubu” adını verdiği, Türkiye’nin ilk eşlik vokal grubunu kurdu. Kısa Dalga’nın ilk gece çalışması, Sheraton’da Ayten Alpman ile oldu.
Eurovision’a katıldı
İleride vereceği bir röportajda şöyle bir soru yönelteceklerdi Recep Aktuğ’a: “En büyük hayaliniz?” Tek bir cümlede cevaplayacaktı: “Bestelerimin ve çalışmalarımın daha çok kişiye ulaşması…”
Zaman ilerledikçe hayaline ne derece yakınlaştığını hissetti bilinmez; ama güzel yollardan geçiyordu. 1978’de, Antalya Altın Portakal Şarkı Yarışması’na iki beste ile katıldı. Bestelerinden biri yedinci olurken, diğeri ikinci olmuştu. Bir yandan da çalışmaya devam ediyordu. Yine bu yıl, Ajda Pekkan ile Süper Show, Sezen Aksu ile Caddebostan Maksim Gazinosu’nda bu isimlerin vokalisti olarak çalışmaya başladı.
1979, yaşamındaki özel yıllardan biriydi. Zira Eurovision’a katılmanın çok şey ifade ettiği dönemlerdi. Cantekin ile ilk kez Eurovision’a katıldılar. 1983’te ise, Buğra Uğur’un bestesi ile Eurovision Türkiye Birincisi olmuşlar ve Çetin Alp ile Türkiye’yi temsil etmek üzere Almanya’ya gitmişlerdi.
Yıllarca Tanju Okan’ın sesine benzetilecek, kadife gibi bir sesi vardı. Recep Aktuğ, Eurovision’a gitmeden önce 1981’de, “Canım” ve “Giden Gençliğe” adlı şarkıların yer aldığı ilk 45’liğini çıkarmıştı. Pek çok şarkı sözü yazdı, besteledi. Üstelik pek çok güzel isim onu seslendirdi. Mesela Sezen Aksu’nun hayat verdiği “Hani” ve “Küçük Yaz Çiçeği” şarkılarının bestesini Recep Aktuğ yapmıştı. Şarkıları ortaya çıkarırken neler yapıyordu, nasıl çalışıyordu, bir röportajında şöyle anlatmıştı:
“Söz ve müzik bir bütündür; hele bir de söyleyen kişiye yakışmışsa muhteşem olur. Bu birlikteliği yakalamak için anlatacağın hikâyenin çok güçlü olması gerekir. Dinleyenlerin aklına, beynine, ruhuna hitap etmek gerekir. Bunları oluşturabilmek için de mutlaka çok sakin ve sessiz bir ortamda çalışırım. Bazen bir anda her şey olur, bazen de aylar sürebilir.”
Kendisi de, 1989'da "Anı", 2009’da “Alışma Bana”, 2011’de “Siyah Gül”, 2014’te “Yaşamak”, 2016'da "Özür Dilerim" ve 2017'de "Dört" adını verdiği albümleri yaptı…
Söz konusu müzik olduğunda çok özenliydi. Kendisine yöneltilen, “Şarkı seçimi yaparken nelere dikkat ediyorsun?” sorusuna şöyle cevap vermişti:
“Çok fazla dikkat ettiğim bir şey yok. O ana kadar biriken ve beni dinleyenlerin duymasını istediğim ezgiler ve sözler. Ama özellikle sözler benim için çok önemli. Dinleyenlerin aklına beynine ve ruhuna hitap edebilecek kelimeler bulup onları kısa bir hikaye olarak anlatıyorum.”
(Aşk-ı Memnu'da, Nebahat Çehre (Firdevs Yöreoğlu) ile)
Oyunculuğu
Müziğin yanında bir de oyunculuğa adım attı Recep Aktuğ. Yıllar sonra bir röportajında, müzik ve oyunculuk desek tercihiniz hangisi olur diye sorulduğunda, şu açıklamayı yapacaktı:
“Müzisyenliğin içinde oyunculuk zaten vardır. Sahneye çıkıp hiçbir şey olmamış gibi şarkı söyleyemezsiniz. Şarkı söylediğin zaman bir senaryoyu canlandırmaya başlarsın sahnede, o senaryoyu da mimiklerinle besleyerek insanlara o enerjiyi geçirirsin. Eğer bunu yapmıyorsan memur sanatçı oluyorsun. Memurdan da sanatçı olmaz. Dolayısıyla sahnede o sözleri okurken bir senaryoyu canlandırıp bir oyunculuk yapıyorsun. İç içe girmiş şeyler olduğu için bir ayrım yapamazsın.”
Bunun yanında oynayacakları konusunda da seçici davranıyordu ve oyunculuk konusunda kendince izlediği bir yol vardı. Bir başka röportajında da oyunculuğu hayatında konumlandırışını şöyle anlatıyordu:
“Ben her tür filmde veya dizide olmuyorum. Çok seçici davranıyorum. Bir dizide oynarsam dizi bitince mutlaka bir sezon ara veriyorum. Her an ekranda olmak insanları bıktırıyor ve senin inandırıcılığın kalmıyor. Çekim anındaki yaşanan sıkıntılar, komiklikler, hüzünler vb. çok önemli ve akılda kalıcı şeyler… Oynadığım her dizi veya filmlerin bu yüzden her sahnesi benim için unutulmaz oluyor…”
(Fetih 1453'ten)
Oyunculuk serüveni 2004’te, Kurtlar Vadisi’nde, Podoso Cumhuriyeti Fahri Konsolosu Ender Demiray karakterine hayat vermesi ile başladı. 2008’de Kollama dizisinde Haldun karakterini canlandırdı. Ve nihayet 2008’de başlayan ve etkisini bugün bile yitirmeyen dizi Aşk-ı Memnu’da, herkesin onu buradaki adıyla anacağı Hilmi Önal oldu.
Ardından 2012’de, Fetih 1453 geldi. Bu film, Recep Aktuğ’un ilk kez beyaz perdeye çıkması demekti. Son Bizans İmparatoru XI. Konstantinos’u canlandırıyordu ve aslında bu rolü tam üç kez reddetmişti. Şöyle anlatıyordu bir röportajında durumu: “O iş bayağı bir zor oldu. Üç defa reddettim. Yapmayın etmeyin bu benim ilk filmim diye (gülüyor). Faruk Aksoy ısrarla ben oynamanı istiyorum dedi, haliyle kıramadım. 3 sene canımıza okundu. Tıraş olamadık devamlılığı olsun diye.”
Neyse ki 2014’te Çılgın Dershane Üniversitede'de, Beden Eğitimi Hocası Fuat Hoca karakterine hayat verdi. Bu üzerindeki kötü adam imajını bir nebze olsun silebilirdi; ama ne olursa olsun, Hilmi Önal unutulmadı. Dizinin diğer karakterleri gibi…
Kötü adam Recep Aktuğ
Kötü adam rolü üzerine yapışıp kalmıştı belki; ama özellikle Hilmi Önal karakteri kazısan da çıkmazdı artık. Çıkmıyordu! Bu bir yandan da ün demekti. Bu konudan bahsederken şöyle diyordu Aktuğ: “İlk albümümün kapağında da var. Ben açıkça Hilmi Bey’e teşekkür ettim orada. Bu da ülkemizde sanatın ne derece değerlendirildiğini gösteriyor.”
Evet, Recep Aktuğ, başından beri her rolde kötü adamdı. Ve bunu özellikle kendisi de tercih etmiyordu tabii. Bu durum sorulduğunda şöyle cevaplamıştı:
“Şimdi çok önemli bir laf var. Parayı yatıran patronlar hazır giyilmiş giysilerin pazarlanmasını istiyorlar para kaybetmemek için. O yüzden dünyanın her yerinde bir kişinin üstüne bir kisve yapışmış ise hazır mal haline geliyor ve her yerde aynı şeyi oynatıyorlar. Kötü adam rolünün gerçekleşmesi biraz da medyanın şişirmesidir. Yani benden kötü adam oldu, evet iyi oynuyorum ve hep kötü adam olacağım. Yani ne olur biraz değişik bir adamı oynayayım diyorum, hayır sen kötüsün kötü ol diyorlar. Ben de tamam diyorum…”
Hilmi Önal oluşunun, adının önüne geçişi konusunda ise şöyle açıklıyordu kendini kanıtlama çabasını:
“Bende bir değişiklik var. Beni tanıyan insanları yüzde elli yüzde elli olarak ayırıyorum. Yüzde ellisi ‘Hilmi Bey’ olarak diğer yüzde ellisi de şarkı söyleyen Hilmi Bey olarak tanıyor. Yani Recep Aktuğ’u bilen çok fazla insan yok ki zaten onun savaşını veriyorum. Ben Recep Aktuğ’um demeye çalışıyorum.”
Recep Aktuğ öldü
Recep Aktuğ’a, birkaç ay önce hastaneye kaldırıldığında, KOAH teşhisi konmuştu. Sonunda bedeni yorgun düştü ve tedavi gördüğü hastanede hayata gözlerini kapadı. 65 yaşındaydı…
Ölüm haberi, Aktuğ’un kişisel sosyal medya hesabından, “Recep Aktuğ vefat etmiştir… Tüm sevenlerin başı sağ olsun…” şeklinde duyuruldu. Kızı Zeynep de, haberi “Canım babam Recep Aktuğ’u kaybettim.” şeklinde bir paylaşım yaptı.
Aktuğ’un cenaze namazı, 15 Ocak (yarın) öğle namazıyla Zincirlikuyu Cami’de kılınacak ve cansız bedeni, Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilecek…
Kötü adam rollerinin başarılı yüzü, kadife sesi ile kulaklarımızı şenlendiren bir Recep Aktuğ geçti bu dünyadan…
İyi ki...