Toprak biz Türk Milleti için kutsaldır. Hatta bu kutsallığından dolayı Türk Mitolojisinde toprak için Ana tasviri yapılmıştır. Toprak, yer ile gök arasında adeta eksen görevi gören ağaçları ve dağları, bir annenin bebeğini karnında taşıdığı gibi taşıyarak yaşam alanı oluşturmaktadır. Aynı zamanda hayat verici ve besleyici olması, Ana ile ifade edilen simgesel anlatımın önemli birer unsurudur. Toprağın kutsallığı düşüncesi de buradan gelmektedir.
İnsanoğlu, toprağa geçmişte göstermiş olduğu saygı ve değeri günümüzde gösterebiliyor mu acaba? Bunun cevabi tabi ki hayırdır. Maalesef günümüzün Homo Sapiens’i “insan”ın, aşırı tüketim arzusu, hırsları, bencillikleri ve betona olan aşkı yüzünden her geçen gün verimli topraklarımızı kaybetmekteyiz. Çalışırken veya evdeyken pencerelerimizden şöyle bir baktığımızda birçok bina ve beton yığınıyla karşılaşmaktayız. Türkiye’nin genelinde olduğu gibi yaşadığımız coğrafyada da üzülerek bu manzarayı görüyoruz. Bu değerli topraklara sahip Batı Antalya’da mantar gibi biten betonarme yapılar, topraklarımızı yok etmeye devam etmekte ve çevreye zarar vermektedir. Aslında çevreye verilen bu zarar insanlığa da verilmiş bir zarardır. Bu şekilde hızlı bir yapılaşma ile aynı zamanda kendi sonumuzu da hazırlamaktayız.
Nüfus arttıkça ve ihtiyaç olduğu müddetçe elbette yeni yapılaşmalar olacaktır. Fakat bu yapılaşmanın, insanoğlunun canının istediği yere göre değil, planlı ve programlı bir şekilde gerekli etütler yapılarak ve bulunduğu bölgenin çevresine uygun malzemeler ile inşa edilmesi gerekmektedir. Bölgemizdeki bu değerli topraklarda da rastgele yapılaşmaya izin verilmesi, buna göz yumulması, bizden sonra gelecek nesillere ihanettir. Verimli topraklarımızı betona mahkum etmek bir daha geri dönüşü olmayan bir yolculuğa benzer.
Türk dünyasının en önemli yazarlarından Cengiz Aytmatov, doğa ve insanoğlunun birbiriyle olan ilişkisini bir çok romanında ustalıkla kaleme almıştır. Aytmatov, meşhur romanı Toprak Ana’da, baş karakter Kırgız kadını ve annesi Tolgonay ile Toprak Ana arasında geçen mistik diyalogda, Toprak Ana’nın aslında insanoğlundan ne istediğini şu cümlelerle ifade etmiştir: “Ey dağların, denizlerin öbür tarafındaki insanlar, siz ki mavi göğün altında yaşıyorsunuz ben toprağım, bana bakın! Ben sizin dostluğunuza muhtacım, çalışmanıza ve beni işlemenize! Saban izine bir çekirdek, bir tohum tanesi atın, size yüz katını vereyim, küçük bir fidan dikin kocaman bir çınar vereyim! Üreyin, çoğalın hepinize güzel bir barınak olayım! Derinim, yükseğim, büyüğüm, ucum bucağım yok. Hepinize yeterim ben...” (Aytmatov, 2020: 77) Burada Toprak Ana, insanoğlunun toprağı doğru bir şekilde kullanmasının kendisine bağlı olmadığını, insanoğlunun niyetine, iradesine ve bilgeliğine bağlı olduğunu dile getirmektedir.
Sonuçta, toprak yaşam için ihtiyaç duyduğumuz ekosistemin en önemli parçalarından birisidir. Bunun için toprak ve ekosistem çok iyi korunmalıdır. Tarıma elverişli araziler, şehirler ile ticari ve endüstriyel sahalara dönüştürülerek yok edilmemelidir. Endüstri, ziraat, konut ve atık su arıtma tesisleri aracılığı ile toprağa kirletici maddeler salınmamalıdır. Bu kirletici maddeler daha sonra toprağa, oradan yer altı sularına, nehirlere ve denizlere ulaşmaktadır. Sürdürülebilir arazi yönetimi yerel yönetimlerce desteklenmeli ve teşvik edilmelidir.
İnsanoğlu her ne kadar toprağın tek sahibiymiş gibi hareket ediyor olsa da bu doğru değildir ve canı ne isterse onu yapmaya hakkı yoktur. Bilmemiz gereken en önemli hakikat toprak insana değil, insan toprağa aittir. Bu yüzden insanoğlu toprağa muhtaçtır. Toprağınıza sahip çıkın ve Toprak Ana’yı daha fazla incitmeyin…