Vicdan, insan var olduğu ilk andan itibaren kendisinde bir nevi karar mekanizması görevi gören ses diyebiliriz. İşte o tarihten günümüze dek insan hep vicdan iledir.

Yaşanan olaylar karşısında ne kadar dürüst tavrını saklamaya çalışsa da vicdanı ona her zaman nasıl davranması gerektiğini, nerede yanlış yapmış olabileceğini ısrarla söyler. Genellikle ‘’Altıncı hissime güveniyorum, altıncı hissim öyle söylüyor.’’ Diyen bir insan aslında farkında olmadan vicdanının ona konuşuyor oluşundan bahseder. Gelelim akıl ve vicdanın paralel işleyişine… Akıl ve vicdan tamamen birbiriyle beraber hareket ederler. Çünkü insan akıllıca bir şey yaptığını düşünür ve sonuç olarak da bunun doğru olduğunu, doğru olanı yaptığını görürse vicdanına uymuş olur. Aynı şekilde ‘’Vicdanıma uydum.’’ Diyen bir kişi aslında akılcı da davranmış olur. Dolayısıyla akıl ve vicdan birbirine yapışmış gibi ayrılmaz bir bütündürler. Erdemli olmak yani vicdanımızı duyup onu dinlemek Danimarkalı filozof S. Kierkegaard tarafından şöyle yorumlanmıştır: ‘’En yüksek, en yükseği anlamak değil, onu yapmaktır.’’ Vicdan (Günlükler, Kierkegaard) Bu söz ile vicdanın söylediğini geciktirmeden hemen eyleme geçirmek çok mühimdir. Mühim olan kısım, ivedilikle eyleme geçirmektir.

      Peki aklımız ve vicdanımız çatışır mı? Vicdanın sesi duygularla mı beslenir? Akıl, insan için çok büyük bir cevherdir ancak vicdan olmadan akıl hiçbir türlü doğru olanı seçecek bilgiye sahip olamaz. Gün içerisinde insanın başına gelebilecek türlü türlü ufağından büyüğüne olaylar olabilir. İnsan, akıl ile bunların hepsini deneyimleyip bir bilgi olarak hafızasında yer etse bile vicdan olmadan doğru muhakemenin sağlanması mümkün olmayacaktır. Bu durumu bir örnek ile anlatmak gerekirse; Diyelim ki birisine yardım etmeniz gerektiğini düşündünüz. Bu herhangi durumda herhangi birisi olabilir kim olduğunun hiçbir önemi yok. Size bu yardım etme düşüncesi vicdanınızdan gelir. Fakat o insana nasıl yardım edeceğinizin bilgisi akıl beraberinde tekrar vicdanınızdan gelir. Çünkü insana bazı zamanlarda vicdanında bir ses açıkça ‘’Yap!’’ veya ‘’Yapma!’’ diye bağırır. İşte bu noktadan sonra yapıp yapmamak ayrı bir erdem konusudur. Allah bir Kuran ayetinde insanların vicdanlarına uymalarının ne kadar hayati olduğunu şöyle açıklar: ‘’Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bak.’’(Neml/14) Vicdanın sesi duygularımıza tamamen bağlı olmaz çünkü duygusal düşünmek başlarda insana doğru gibi gelse de bir noktadan sonra muhakeme ve yargı tamamen kontrolden çıkar. Çünkü öfke, endişe, korku gibi duygularla insan yalnızca kendine zarar verecek, kendini yıpratacak kararlar verir. Vicdanın sonucu ancak iyi duyguları beraberinde getirir. Vicdanla gelen bir duygunun biz eğer doğru ve erdemli olacağını anlayabiliyorsak zaten vicdanımız dışında hiçbir şeyi dinlemeyip vicdanın ne kadar doğru konuştuğunu anlarız. Kısaca samimi ve dürüst olmamız, vicdanlı olmayı beraberinde bize getiren güzel ahlak özelliklerinden biridir.

      Vicdanımız her zaman bize şahit olacak ve biz de her zaman vicdanımızın sesine şahit olacağız. Bu her insanda bir ömür boyu geçerli olan bir kanundur. Kalp gözü ile yani vicdanımız ile olaylara karşı yaklaşımımız bizi erdemli bir insan kılar. Hoşumuza gitmeyen durumda dahi vicdana uymak zor gelse de insan bunu ahlakında sabit bir özellik olarak kıldığı zaman her olay aslında kendi lehine sonuçlanacak duruma gelir. Çünkü içi ferahtır. Yaptığı iyilik dolayısıyla huzurlu ve neşelidir.