TOPRAK EKENİN, SU KULLANANIN,

KİRASI DA DEVLETİMİN!

Tüm dünyayı etkileyen ekonomik kriz, iklim değişikliği ve salgın hastalıklar nedeniyle; küçük çiftçiler birbirleriyle her zamankinden daha fazla, daha hızlı bir şekilde birlik ve organize olmalılar. Corona virüsü şu fikri pekiştirdi;

“Küçük çiftçiler acilen birleşmeli,örgütlenmeliler”.

Artık çiftçinin kendini doğru anlatabilmesi için; gıdayı tüketenleri de sürece dahil etme zamanı gelmiştir. Sadece üreten kesimlerle birlikte yapılan çalışmalar artık fayda vermiyor. Çiftçinin yaşadığı sıkıntılardan ötürü günün sonunda bu işten zarar görecek olan gıda tüketicilerinin de bu mücadeleye dahil olması gerekir. Gıdayı üreten ve tüketenler ortak bir paydada buluşmalı, insiyatif alıp, beraber bir platform oluşturmalılar. Üretenler ve tüketenler bir araya gelmeli tartışmalı. Bu tartışmalar sonucu kendi çözüm önerilerini ve kendi sözcülerini ortaya koymalılar. Kulaktan kulağa değilde yüz yüze olunca, çözülmez denilen bir çok sorun, yapılmaz denilen işler; yeni fikirlerle, sağlam bir işbirliği ile çözülebilir, yapılabilir.

Gıdayı gerçek sahiplerine, onu üreten ve tüketenlere, yani Halk’a verme mücadelesini başlatmalıyız. Üreten ve tüketenler artık aynı masanın etrafına beraber oturmalılar. Yoksa o masaya büyük gıda şirketleri, Uluslarası market zincirleri, Uluslararası bankalar oturacaklar.

“Küçük çiftçiler acilen birleşmeli ve örgütlenmeliler “ diye görüş belirtmiştim. Birilerinin tarımda yaşanan değişimlere, bir karşı duruş göstermesi gerekiyor. Bu görüşümün lehine ve aleyhine dünyada görüşler var. Lehine olanlardan örnek vermek gerekirse:

LA VİA CAMPESİNA (Çiftçi Yolu) hareketini söylebilirim. Herhangi bir siyasi partiden,ekonomik veya diğer türden bağlantılardan bağımsız bir sosyal hareket La Via Campesina kısaca: Gıda Egemenliği ancak Aile çiftçiliği ve köylü tarımı ile sağlanabilir diyor. 1993 yılında kurulan LVC, Afrika, Asya, Avrupa ve Amerika kıtasında yer alan 81 ülkede 182 yerel ve ulusal küçük üretici örgütünden oluşuyor. Yaklaşık 200 milyon küçük çiftçiyi temsil ediyor. İlk olarak 1992 yılında Şili yerli ve kırsal Kadınlar Derneğinden bir grup Kadın çiftçi ve Latin Amerika da ki çiftçi örgütlerinden temsilcilerle ilk toplantı Nikaragua’da yapılıyor. İlk resmi toplantı 1993 yılında Belçika da yapıldı. Uluslararası bir sekreteryası var ve bu yönetim 4 yılda bir toplanıyor ve değişiyor. 2002 yılında zeytin ve meyve ağaçları kesilip arazileri gasp edilen Filistinlilere destek için Ramallah’ta Yaser Arafat’ın karargahında bir ay kalarak dayanışmada yer aldılar. Temel görüşleri:

-Her bölgedeki insanlar, hangi yiyecekleri üreteceklerine, kendi başlarına karar verebilmelidirler. Gıda sisteminin kontrolü üreten Çiftçinin elinde olmalıdır.(Gıda Egemenliği)

-Agroekolojiyi teşvik edilmeli ve yerel tohumlar savunulmalı,korunmalıdır.

-Köylerde yaşayanlar mülksüzleştirilip, şirketleştirilemez, ötekileştirilemez. Küresel dayanışma dünyanın geleceği için hayatidir.

“Küçük çiftçilerin birleşmesi ve örgütlenmesi gerektiği ”fikrimin aleyhine de görüşler var tabiki. Örnek vermek gerekirse: Devlet tarımdan çekilmeli, tarımsal yapılar şirketleştirilmeli görüşü. Günümüz hükümetleri, özel şirketlerin olduğunca tarıma girmelerini teşvik ediyorlar. Doğal varlıklar, tarım alanları, karlılığı arttırıyorsa, giderek daha az kişinin elinde yoğunlaşabilir. Küresel ticarette rekabet olmalıdır ve kaliteyi arttırır. Uzun gıda tedarik zincirleri bu sayede ülkenin her kasabasına en ücra köyüne dahi hizmet götürebilirler. Kırsal bir alanda, o bölgenin yerli ürünleri çiftçinin geçimine yetmiyorsa, Büyük tarım şirketleri o çiftçiye istihdam sağlayabilir. Gıda Egemenliği küresel dayanışma konusu değildir, olamaz. Her ülke kendi içinde milliyetçi politikalarla gıda güvenliğini sağlamalıdır. Yerli üretimin artırılması için enerji maliyeti pahalı ise, yeni ve ucuz enerji kaynakları için tarım arazileri şirketlere devredilebilir ve tarım dışı amaç içinde kullanılabilir. Gıda fiyatlarının belirlenmesinde girdi maliyetlerinden çok, uluslararası piyasanın beklentisi ve küresel gıda ve tarım şirketleri belirleyicidir.

Sizlere önce kendi görüşlerimi sundum. Sonrada bu görüşümün lehine ve aleyhine argümanları yazdım. Tüm bu anlatımlardan benim çıkardığım sonuçlar:

-Tek geçim kaynağı hayvancılık olan Kars’ın uzak bir köyünde bile hazır yoğurt kovalarını görmemiz bence gelinen noktada önemli bir sonuç. Çiftçi kendi Köyünde satılan marketteki yoğurt üzerinde herhangi bir söz hakkı olmayan bir tedarikçi sadece. Yoğurdun fiyatını belirleme gücü yok.(Köyün yerli marketlerini kastetmiyorum. Uluslararası Süpermarket Zincirleri. Bu konu ayrı bir yazı konusu. Bu süpermarketler köylerdeki küçük esnafı, tuhafiyeci, nalburu dahi etkilemekte)

-Çiftçinin kaale alınması ve güçlü olabilmesi için; bağımsız çiftçi örgütleri oluşturmak ve güçlendirmek zorundayız. Hangi siyasetçi gelirse gelsin, çiftçilerin örgütlü gücü ve sözünün hakim olduğu bir yapı oluşturulmalıdır. Bu yapı olduğunda; çiftçi kriz olduğunda iktidardakiler ile yerel yönetimler arasında kalıp ezilmeyecektir.

-Hükümetler, dünya bankası, Dünya Tarım Örgütü, Avrupa Birliği; şirketlere verdikleri destekler gibi, küçük çiftçiye de desteklerini arttırmalı. Girdi fiyatları arttıkça küçük çiftçi, çiftçiliği bırakıyor. Şirket Egemenliği hızlanıyor. Köylü işçileştiriliyor. Yapılan iş karlı değilse büyük şirketler bırakıp gider. Tek geçim kaynakları tarım olan köylüler, çiftçi aileleri kalıcıdır. Bu aileler ilk afette gemiyi terketmezler. Bu yüzden küçük çiftçilerin birlik olmasına, bağımsız birlikler kurmasına devlet destek vermelidir.

-Çiftçiler çiftçiliği bıraktıklarında aslında bir taraftan mesleklerini de kaybediyorlar. 2021 yılında; bir esnafın dükkanını kapatmasının, bir memurun istifa etmesinin boşluğu, 21.yy ın şartlarında hemen tolere edilebiliyor. Ama çiftçinin toprağı bırakması, her kesimin üzerine yük bindiriyor. Küçük çiftçinin gıda zincirinden çıkması diğerlerinin hepsinden daha maliyetli. Sadece ekonomik değil, sosyolojik sonuçları daha ağır olacaktır. Hayrettin Karaca’nın dediği gibi; “Toplumsal barış topraktan gelir.Toprağın yerine hiçbir şey koyamazsınız “.

-Tarla ekenin su kullananın olmalıdır. Bu deyişi bir siyasi slogandan çok yaşadığımız salgın dönemlerine, zamanın ruhuna uyarlamalıyız. 1967 yılında 42 yaşındaki Ecevit, Elmalı’nın Akçay, Bayralar, Beyler ve Karamık köylerini gezerek topraksız köylülerle bir araya gelmiş, onların dertlerine dokunmuştu. Bu söz de ilk defa Elmalı dan bütün Türkiye ye yayılmıştı. Bu sözü günümüze uyarlayıp, küçük çiftçimizin birleşmesi için birileri tekrar söylemeli. Atıl durumda bulunan milyonlarca dönüm arazi; üretime, küçük çiftçiye verilerek aktifleştirilirse, küçük aile çiftçilerini de güçlendirebiliriz. Devletimiz bu arazileri boş kalacağına cüzi kiralar karşılığı Köylüye tahsis ederse, kendine de çiftçiye de yeni bir gelir kaynağı olabilir. Kiralamalarda, Şirketlere gösterilen teşvikler; pandemi nedeniyle üretimi arttırmak ve köylünün tarımı bırakmaması için çiftçiye de sağlanmalı. Bu uygulama pilot olarak 600 köyde başlatıldı. Türkiye’de 18 bin 201 köy var. 2021 yılında bunun için çiftçiye bir çalışma başlatılmalı. Toprak üretenin, su kullananın sözünün ilk söylendiği yer olan Antalya da bu uygulamaya dahil edilmeli. Atıl durumdaki Geniş Tarlalar; yoldan, Zamandan ve Yakıttan Tasarruf demek. İşgücü ve İşçiden Tasarruf demek. İş Birliği, küçük çiftçilerin birleşmesi demek. Modern Tarım, küçük aile işletmelerinin devamlılığı demek. Sosyal Huzur, Gelir artışı demek.

“Tarla ekenin su kullananın” deyişi 70 li yıllarda siyasete kurban edildi. Bu pandemi bir hayra vesile olur da, bu söz zamanın ruhunu yakalayabilirse; yeni bir slogana dönüşebilir.” Toprak ekenin, su kullananın,kirası da devletimin”

Barış AYDOĞDU