Domatesci iki kat üretim yapacak. Biberciler ve salatalıkçılar da iki kat üretim yapacaklar. Önümüzdeki otuz yıl boyunca, dünya nüfusunu besleyebilmek için gıda üretimimizi ikiye katlamamız gerekecek. Çünkü 2050 yılında öngörülen dünya küresel nüfusu On Milyar.

Bu üretimi kim yapacak? Küçük aile işletmeleri olan küçük çiftçiler mi? Büyük şirketler mi? Latin Amerika’da, Avustralya da, Güneydoğu Asya da, Çin’de ve yerel de Kumluca’da insanlar, firmalar, uzmanlar, çiftçiler, siyasetçiler bu sorunun cevabını arıyor. Gelecek de gıdamızı kim üretecek?

Benim görüşüm; ülkelerin kendine has özellikleri farklı coğrafyalarda, farklı çözümleri doğurabilir. Anadolu’nun kendine has bir yapısı, dokusu var. ABD’deki Avrupa Birliğindeki bir çok deneyimi kopyalayıp anadolu topraklarına uygulayamazsınız. Çünkü bu bereketli topraklarda İmece var. Harman hasat gelenekleri var. Tarımın doğduğu topraklar olan Anadolu’nun kendine has bir toprak hafızası var. Bizim topraklarımızın kooperatifçiliğe daha yatkın olduğu görüşündeyim. Siyasetin sokulmadığı, liyakat sahibi insanların oluşturduğu bir kooperatif sistemi bu topraklarda başarılı olacaktır. Köylerdeki küçük küçük kooperatifler bizim geleneklerimizde olduğu gibi birleşmeli. (Türk Tarihindeki obaların birleşmesi gibi). Örneğin bir ilçede tek güçlü bir kooperatif oluşturmalı. O ilçenin belediyesi de o kooperatifi desteklemeli. Böylece küçük çiftçilerin tarımdan dışlanmasının da önüne geçilmiş olunacaktır.

Bu görüşümün aleyhine görüşler de var tabiki. Ekonomik krizden kurtulmanın yolu; kalkınmacı politikalardan ve ekonomik büyümeden geçer. Ülkeler birbirleriyle uluslararası ticareti arttırmak için çalışmalı ve düzenlemeler yapmalıdırlar. İkili, bölgesel ve çok taraflı ticaret antlaşmaları için düşük İthalat vergileri konulmalıdır. Gerekirse tarımsal desteklemeler kontrol altında tutulabilmelidir. Kamusal stoktan vazgeçilmelidir.

Sonuç olarak; Ülkeler arası serbest ticaret antlaşmalarını dengeli kurmak gerekiyor. İş yapma hevesindeki ülkeler, kendi ulusal tarımını oluşturan yerel ticareti, yerel iş gücünü ve doğal kaynaklarını koruyamazsa masum gibi görünen küreselleşme emperyalizme dönüşebilir. Bu yüzden devletler kendi yerel, ulusal ve bölgesel pazarlarını güçlendirmeli ve desteklemeli.

Yerel ticaret, köylü pazarları, küçük çiftçi mega şirketlerin kıskacına bırakılmamalı. Tohum, et, süt, bitkisel yağ ve işlenmiş gıda faaliyeti süren mega şirketler arasında yapılan ticaret antlaşmaları küçük çiftçiyi, köylüyü vurur ise bu yeni bir sömürgecilik anlamına gelir. Tarih kitaplarında okuduğumuz 15. Yüzyılda başlayan sömürgecilik, 21. Yüzyılda yeniden hortlayıp yeni sömürgecilik olarak tarımda köylüyü vurabilir.

Benim ve 40 yaşın üzerindekilerin hatırlayacağı üzere, toprakla oynayan çocuklar bilir bolca solucan ile karşılaşırdık toprağın içinde. 40 yıl sonra değişen sadece bizler değiliz. Topraklarımız da değişti. İnsanoğlu Mega şirketlere ait ürünler, kimyasallar ile topraktaki solucanları ve yararlı bir çok canlıyı öldürdü. Şimdi de kendi yarattığımız bu problemleri yine kendi oluşturduğumuz pazarlama yöntemleriyle insanlara satıyoruz. Örneğin Solucan gübresi üretme tesisleri kuruyoruz. İnsanoğlu kendi elleriyle 21.yüzyıl emperyalizmini inşa etmeye devam ediyor. İnsanlar kar hırsı ile oluşturduğu ekolojik sistemdeki arızaları ve iklim krizinin nedenini çok uzakta aramamalı.

Tüm bu karmaşa içerisinde, insanoğlu çocuklarına sağlıklı bir gelecek, sağlıklı topraklar bırakmak istiyorsa; gıdayı küçük aile tarımı yapan çiftçiler üretmeye devam edebilmeli.

Barış AYDOĞDU