Gün geçtikçe yozlaşan neslin maddiyatı öncelemesiyle, yaşadıkları dünyaya olan tutkuları; egoyu, tatminsizliği ve akabinde huzursuzluğu beraberinde getiriyor.

Bedenen çalışarak enerjisini atamayan milenyum çocukları, anne karnında aldıkları desteklerle hiper aktifleşmiş ve buna mukabil, manevi haz da tattırılmamış olunca, hayatta en kötü his olan pişmanlığı, her daim yaşamaya hazır toplumlar-nesiller haline geldi.


Garbın bir hilesi olan hürriyet satıp, yaşam haklarını almak, yakın geçmişte tanık olduğumuz Irak, Libya ve Suriye örneğinde gördüklerimiz idrakten uzak, nemelazımcı bir kuşak oluştururken, yanlış giden yada uygulanan bir şeylerin olduğunun farkına varmak zorundayız. Buna bir çok örnek vermek mümkün. Olaylara tanıklık etmekten kaçınmak (şahitlik yapma endişesi vb.), haksızlıklara müdahaleden kaçınmak, algılara karşı savunma yapmamak tarzındaki tutumlar, neslimizi adeta robotlaştırmaya devam ediyor. Gözde büyütülenin güçlü olduğu algısı, bu tepkisizliğin bir sonucudur.

Paralel evrende yaşayanlar olarak, merhameti saflık sanan bir nesil oluşturulurken, hayatta en zor inşa edilen, ama en kolay yıkılan duygu olan güveni de kaybettik. Gerçekler her kulağa yaramıyorken, günümüze baktığımızda bu tüm ekseriyete yaramaz oldu. Sabrı, metanetli olmayı ve kanaati unuttuğumuz bu dönemde, en ufak olumsuzluklar, öfke patlamasına sebep teşkil eder hale geldi. Oysa ki öfkenin ateşi en çok insanın kendini yakarken. 


Her köşe başında, bir sokağın açılacağının bilincine ulaştırılması gereken neslimize, hayalden bir mutluluk yaşamaktansa gerçeklerin acısını tercih edebilmeyi öğretmemiz gerekiyor. Her tavsiyeye karşılık veren, yine kendi egosunu tatmin edebileceğini sandığı fikri benimseyen genç bir topluma, bahanesi olanın istikbalinin olmayacağını uygun bir şekilde idrak ettirmeliyiz. Manaya küsüp, maddeye yoldaş olan nesli kurtarmak için, çok yönlü bir uğraşın içersine sadece devlet değil, kanaat önderleri, STK 'lar ve toplumun önde gelen her bireyi katılmalıdır.