Bundan altmış sene öncesi çocuktum. Her çocuk gibi oyuna düşkündüm. Oyun olarak o günlerde çelik, çomak vardı. Beştaş, ontaş, saklambaç vardı. Şehir çocuklarından farklıydık; Çocukluğumuz evin içindeki odalarda geçmiyordu. Dağlar, bayırlar bizimdi. Ağaç dalları bizimdi. Her fırsatta bir kaç çocuk bir araya gelince oynamanın tadını çıkarırdık. Akşamları oynadığımız oyunun adı “Kızgın taş”tı. Ateş yakar, yassı biçimli bir taşı yaktığımız ateş içinde ısıtır, karanlığa doğru atardık. Oyuna katılan bütün çocuklar kızgın taşı bulmaya koşar, bulabilen sayı kazanırdı.
Çocuklar olarak yetişkinlerin dilinden anlamaya çalışırdık. Yetişkinlerin bizlere söylediği çok şey olurdu. Es geçtiğimiz olduğu gibi can kulağı ile dinlediklerimizde oluyordu. Korkuyla ilgili olanları can kulağı ile dinlerdik. Cinden, periden söz edilirdi. Cinler, periler tenha ve ıssız yerlerde, derelerde su başlarında görülen farklı yaratıklardı. Mezarlıklarda da tuhaf olan, normal olmayan görüntülerden söz edilirdi, içimize korku düşürülürdü. Bu korkuları rüyalarımızla, zaman zamanda bazı ıssız mekanlardan, mezarlıklardan geçerken yaşardık. Böyle böyle korkarak geçti çocukluk günlerimiz.
Daha sonraları okullu olduk, sınıfları doldurduk. Okumak, yazmak, okulun kurallarına uymak, hesap öğrenmek kolay olmadı. Anlamaya, öğrenmeye çalıştık. Bazı ters olaylar yaşadık. Cetvelle öğrenci döven öğretmenlerimiz oldu. Cetvelle dövülmek korkutuyordu. Cetvelle dövülmeyi göze alamadım. Cesaretim kırıldı. Gerildim, geriledim. Cetvelle dövülen öğrencinin canının yandığını gördüm. Onunla birlikte canım yandı. O anı unutamadım. Korkunun ikinci aşaması da böyle geçti.
Erkek egemen bir toplumda yaşıyorduk. Bazı evlerde eli sopalı kocalar, babalar bulunmaktadır. Aile reisleriydi onlar. Aile reisleri olmak onlara sanki şiddet uygulama hakkı tanıyordu. O nedenle ellerindeki sopayı bazen evdeki kadına bazende çocuklardan birisine göstermekten geri kalmazlardı. Bu eylemlerin uygar yaşamda yeri olmadığı göz ardı edildiğinden korkunun evlerde yaşanan başka bir boyutu da böyleydi.
Başka bir korku Allah korkusuydu. Anlatılan korkuya göre gece gündüz, her daim Allah tarafından takip ediliyorduk. Bir yanlış yapmak cezalandırılmaya yetiyordu. Halbuki, bizleri Allah yaratmıştır. Allah’tan korkmaktansa sevmek yeterli değil midir? Şairin dediği gibi “Sevdiğim için Allah’a taparım. Vatanım, milletim için görevimi yaparım” diyerek korku telafi edilemez miydi?
Korku ana duygularımızdan biridir. Toplum korkularla yaşayamaz. Hukuksuzluğun iktidar olduğu hallerde ister istemez korku yaşanır. Gücü gücüne yetenin itibar görmesi durumunda ise korku kapıda bekleyen yırtıcı bir köpek gibidir.
Memleketimizde insanın hayatını kazanmak oldukça zordur. Çalışmış, çabalamış, uğraşmış, didinmiş, kamu kurumunda veya özel sektörde işçi veya memur olarak görev almayı başarmış bir kişinin iş garantisi yoksa, her an işten çıkarılma tehlikesi varsa korkmayıpta ne yapacaktır?
İşten çıkarılmalar korkutur insanları, hayatı kazanmak kolay olmadığı için.
Korku ile korkutmak zorbalıktır. Korku kötülüğün başka bir şekilde ortaya çıkmasıdır. Korkuyu kollamak barbarlıktır. Şiddettir, eziyettir. Kişiyi ezmek, göz açtırmamaktır. İlkelliktir, çağdaş yaşamla bağdaşır bir yanı yoktur. Dizilerdeki ve bazı alanlardaki, mafyalaşma halleriyle insanların korkutulması asla kabul edilecek bir durum değildir.
Korku yaşatanlar bir gün kendileride aynı korkuyu yaşayacaklardır. Haksızlık yapanlar korkmalı vicdanları sızlamalıdır. Hak kutsaldır. Korunup gözetilir. O nedenle haksızlık yapanlar bir gün Allah’ın sopasıyla karşı karşıya kalacaktır.
Gerektiği yerde gerektiği şekilde tepki veremiyoruz. Bu durum içimizde bastırılmış bir duygu olarak kalıyor. Yaşadığımız korku gibi başka duygularımızda mevcuttur. Korkunun üzerine gitmek korkularla yüzleşmek atılacak ilk adımlardan olup, korkunun farkına varılması korkutmaya çalışanların aciz kalmalarına yol açacaktır.
Korkutmalar aynı zamanda öfke yaratır içeriğinde öc alma duygusu da barındırır. Korkutursan daha sonraki günlerde başkalarınında seni korkutabileceğini unutma. Bugünlerin mutlaka yarınları olacaktır.
“Korkunun ecele faydası yoktur.” Yaşam korkusuzca ve insanca olmalıdır. Korkusuz yaşama destek vermek insanlık görevidir.