Tam iki bin 20 yılının Eylül ayının dergisi adı: OT…
Sayının adresi 90…
Dayalı döşeli bir ev… Sehpada uzunlamasına duran dergiler var… Merak kesilip karıştırıyorum dergileri… Diğer dergilerden biraz daha farklı duran bir dergi ilgimi çekiyor… Halen kendi zırhında duruyor… Soruyorum ev sahibine “Hiç açılmadı…” diyor… İzin alıp bu dergiyi eve kadar getiriyorum…
Dergi ile konuşmak istercesine sağına soluna bakıyorum… Ama açmaya cesaretim yok… Neyle karşılaşacağımı bilmiyorum… Tam beş yıl öncesinin dergisi… Açmayıp bir karar alıyorum: Dergiyi tam Eylül ayının iki bin 25 yılında açmaya karar veriyorum… Bende emanettir bu dergi içinde ise, dört mandal, “Gönlüm hep seni arıyor neredesin Sen?” yazı olan bir çay altlığı görüyorum… Bir de sicim ip var…
“Maksat muhabbet olsun” ibaresinden aldığım cesaretle de bu yazıyı kaleme alıyorum…
Bir nesne bir insanın önüne bu kadar mı ÖZNE olarak düşer…
Sonra derginin kapağında olan kadınla sohbet etmeye başlıyorum: Audrey Hepburn…
Gizemli, gizemli olduğu kadar da göz kırpıyor bana… Kolay değil Audrey Hepburn… Gençliklerimizin kadını, sanatçısı… Hayırsever kimliği ile tanıyoruz onu… Hollandalı ama İngiliz kimliğiyle biliyoruz…
Mutlaka bir öyküsü vardır dergide… Tam bir yıl sonra bu dergiyi önce kendi adıma sonrasında da sizlerin adına didik didik edeceğim… Söz mü söz…
İnsanlık hallerimizin anlık duruşları vardır… Haz ya da zevk ya da yaşama sevinci bu anlık manzaraların bütününden oluşur… Elbette Hedonizme varmadan…
Hedonizm olunca zevke ve keyif olunmaz… Olsa olsa bir anın mutluluğu olur ki, bu da emanet edilmiş bir haz olarak kalır… Hiç mi hiç bana uymaz…
Denizin taşıdığı, dalga dalga nağmelere sizler şapka çıkarmıyorsanız, bu bölgenin yaşayanı değilsinizdir… O nağmeler, her an aslında sizi sizlre taşırken o anın resmigeçidinden geçmek gerekmez mi?
O anlara eşlik ediniz efendim… Çoluk çocuk bir masalın büyüsüne imzanızı atın… Hatta yaşam sevincinize ve yaşam kültürünüze dahil edin…
Her ne olursa olsun bir yaşam savunucusu olmamız gerekir… Pandemi döneminde, “ilaç karşıtı ve aşı karşıtıydım” konvansiyel olan her ne varsa karşıyım… Ama o dönemleri hayatımın en renkli ve üretken günleri olarak yaşadım… Üç tiyatro eseri yazdım… Editör olarak sekiz kitaba imza attım… Öldük ölüyoruz demedim… Yılmaz bir savaşçı gibi yaşamı kutsadım ve savundum…
YAŞASIN HAYAT!
Günlük olarak yazı yazdığım bu gazetenin sevgili yöneticileri bana izin verdiği müddetçe de “Yaşasın Hayat” demeye devam edeceğim…
Vesselam…