Yıllardır başıma bela arayan bir adam oldum… Bela olduğum anlar aynı zamanda kaybolduğum anlardır…  Virginia Woolf ise, insanın bazen bilinçli olarak kendi düşüncelerinin ve duygularının karmaşasına dalmasının önemine değinir ki oradan yeni bir anlam çıkabilsin. Anlamlarına gelecek çok güzel lafları vardır. Kaybolmanın yaratıcı bir potansiyel taşıdığını da gözümüzün içine sokarcasına iddialı olarak savunur… Virginia Woolf’a da ithaf ettiğim Edibenin Bavulu isimli kitabımda; Edibe sıklıkla Antalya sokaklarında “Depresyonumu gezdiriyorum” der…

Antalya sokaklarında kaç kişi depresyonunu tur attırıyordur…

  Her an her şey olabilir bu hayatta… Hiç beklenmedik bir noktada Ortak Yaşama Havuzu her an kirlenebiliyor… Mesela ailesiyle birlikte bağıra çağıra Restoranı birbirine katan aile vardı ya… Biraz daha hakkımızı ve hukukumuzu arasak, al sana başına belayı… Adam paralı pullu ne yapsın restoran sahibi… Umurunda mı diğerlerinin hakları ve hukuku…  Dün Edibe’yi anlatırken bir ev toplantısında arkadaşlarının tümü de Edibe için neredeyse “YAZIK ETTİ KENDİNE” lafında birleştiler… Keşke bizler gibi olsaydı da “denizi gören evlere sahip olsaydı…” dediler… Kendi mahcubiyetlerinin leke izlerini EDİBE üzerinden silmeye çalıştılar… Bir ara orada da sesim biraz gitti geldi… Neredeyse bas bas HAYIR demek geldi içimden… Lakin nazik nazik anlatınca tümünün de başı önüne düşüverdi… Bela işte geliyorum demiyor… Kapını çalıveriyor…

 Ben ise kaybola kaybola kendimi aramaya çalışıyordum… Öykücü olmanın bir meslek hastalığı mı? Elbette bilemiyorum…

Bela aranır mı? Evet, bazen aranır… Kişi belki de kaybolmuş biridir ve kendini bulmak istiyordur. Bulmak istediği ise bildiği, tanıdığımız eski kendisi değil; aksine, keşfetmek, ortaya çıkarmak, tanımak, anlamak istediği yeni kendi olabilir mi?

Resim yapmaya, oradan Deneme Yazınına, oradan Sinemaya, oradan da Türkü Söylemeye, oradan da Renklere anlam giydirmeye derken Yaşamının Tüm renklerine aşina olmuş çiçeklerle gülmüş, Kadın Mücadelesine Destan olmuş biri de Kaybolmuş biri değil miydi? Adına da kitap yazılacak kadar…

Ya da Kaybolmak, kendine doğru bir yolculuğun ilk adımı olabilir mi?

Ne zaman kaybolmuş hissederiz?

“Hayattaki amacım şunlardır” dediğimiz şeylerden çok uzakta olduğumuzu fark ettiğimizde mi?

Yalnız ve belki de kimsesiz olduğumuzu hissettiğimizde mi?

Hayatta olmak istediğimiz yerlerin uzağında kaldığımızı, oralara varamayacağımızı düşündüğümüzde mi?

Evine dönemeyecek olma duygusunu hissettiğimizde mi?

İyileşmeyi, mutluluğu, umudu; güzel bir eş, paralı bir iş, cafcaflı bir ev, son model bir araba, yepyeni bir eşya,  görülen bir şehir, havası atılan bir ülke, hayli lüks bir tatil, bilmem kaç metre uzunluğunda bir tekne, değişimlerinde arayıp bulamadığımız zamanlarda mı?

Böyle yaşamın ve belirsizliğin getirdiği kaygıların içinde boğulduğumuzda ve karanlık hissini yaşadığımız birçok anda kaybolmuş hissedebiliriz. Kaybolmak, sadece bir yer ya da yön bulamamak değil; zaman zaman kendi içinde yitmek, kendi duygularını ve kimliğini sorgulamak anlamına da gelebilir. Bu sorgulama bazen bir çıkış kapısı aramakla başlar, bazen de tamamen KAYBOLMAK bir erdem olabilir mi?

Eşyadan dolayı evinde hareket edemeyenlerin evin içinde kaybolmuşluğundan söz etmiyorum. Ki, onlar zaten kendi tapınaklarında yaşadıklarını düşünüyorlar…

Oysa yeni bir yola adım atma cesaret ister… Dolayısıyla da kaybolmayı bir sorun olarak değil, bir öğrenme ve keşif süreci olarak görür…

Kendini karavanında bir yaşama savaşımının da bir yol hikâyesi vardır elbette… O da kendi kendinin içinde KENDİSİ olmaya çalışırken kaybolmanın esrarlı bilmecesini çözüyordur… Buradan şöyle bir lafa gidebilir miyiz diye düşünüyorum:

HER KAYBOLAN BULAMAZ ANCAK BULANLAR KAYBOLANLARDIR… Valla laf da oturdu galiba…

Sahaftaki mimar kadın da kim bilir “Depresyonun gezdiriyordur” Sahaf ise arabaların arasında kaybolmuştu…

Bilinmeyene doğru bir cesaret yolculuğudur ve bu yolculuk, hem korkutucu hem de geliştirici olabilir: KAYBOLMAK… Cesur olanların eylemi olabilir mi?

Sartre, “İnsan, kendisini bulmak için önce kaybetmelidir” diyerek kaybolma sürecinin bireysel dönüşümdeki yerini vurgulamakla kalmaz ve Kendini Kaybetmenin; bir güzellik, yenilik, değişim, dönüşüm imkânı olduğunu da ima eder… 

Kaybolmak, aslında bulunmanın bir başlangıcı olabilir; hem kendimizi hem de hayatı yeniden keşfetmenin güzel bir aralığı. Kaybolmak, belki de yaşamın en saf hallerinden biridir; korkularımızın ve cesaretimizin keskin sınırlarında gezinen bir ruh hali olduğunda kendine yeni kapılar açmanın gizemi yok mudur?

Serde kaybolmak olunca… Belki… Kim bilir…

Vesselam…