Notalara adanan hayatları yazmaya devam ediyoruz… Kaldığımız yerden devamla…
Kumlucalılı ise İbrahim Hoca ile Yüksel Hanım’ı birbirine yakıştırmış ve “nişanlanmışlar” diye bir laf düellosu Kumluca da yankılanmaya başlamış… Yüksel Hanım hatırlayabildiği kadarıyla da ilk okuduğu Türk Halk Müziği parçası ise “İki keklik bir kayada ötüyor…” olmuş… İki keklik ötmüyor ama bir kaya da iki gönül bir araya gelebiliyormuş, dercesine…
Ve 1976 yılında evlenirler…
İlk kızları 1977 yılında dünyaya gelir… Evren Hanım da müzisyen kimliğiyle birlikte Prof. Dr. olarak viyola sazının en üst perdesinde sahne almaya başlar. 1980 yılında da Burcu doğar. Burcu Hanım da Devlet Konservatuarında, Yaylı Çalgılar Bölüm Başkanı olarak görev yapar…
Müziğin derinliklerinde dolaşan bu aile gün gelir bir orkestraya bürünür… Yıllar böyle kendi kulvarında akıp giderken; 12 Eylül dönemi hayatlara dokunmaya başlar… Demokrasi bilinciyle dokunan hayatlar hafiften daralmaya başlar ve Afyon’un Dazkırı ilçesine bağlı Evciler Ortaokuluna sürgün edilir…
Dazkırı bozkırında tam 9 yıl çalışır…
Bu yakada da korolar kurar ve Dazkırılıları müzik ile buluşturur…
Ümran Karakaş isimli öğrencisini anmadan geçmez… Bu kız çocuğunun yetenekleri ve öğrenciliği sırasındaki tutum ve davranışlarını çok iyi gözlemler bilge öğretmeni… Okuyacak maddi durumu yoktur… Annesini ve babasını ikna ederek okumasının önünü açar… “Beyler pamuk eller cebe…” dediğinde bir kız çocuğunun yaşamı şekilleniyordu… Evlerine alınan erzak ise başlı başına bir öykü noktası taşır… Bakkal, Turgut Toker’den alış veriş yapılır. Hayli yüklü bir alışveriştir. “Bu da benden olsun” der o çelebi bakkal…
O kız ne mi oldu?
TUBİTAK’ın açtığı bir yarışmada Türkiye birincisi olur…
”O yılların imecesi de paylaşımı da böyleydi…” vurgulamasını yapıyor sevinçle kahramanımız İbrahim Bey…
Çocukların okulu olduğu için bir düzen oluşmuştur Nazilli de… Evini taşımaz ve gidip gelir Nazilli’ye… Zira koskoca kora beklemektedir İbrahim Bilgenoğlu’nu…
1996 yılında tekrar Nazilli Ticaret Lisesi’ne atanır… Hayatlara dokunmayı kendi çelebilik alanına dönüştürüyor ve müziki ile insanların yaşamına iyiliği ve güzelliği taşırken Aynur Apaydın ismindeki öğrencisinin de yaşamına da aydınlık taşıyor… O aydınlık da Aynur Hanım’ı APAYDIN yapıyor…
Ufak tefek bir adamdır Bilgenoğlu, bu çelebi kimlik; sahnede ise bir dev oluyor. Yeri geliyor koroyu yönetiyor, yeri geliyor sazıyla sözüyle türkülere coğrafya taşıyor, yeri geldiğinde de kendi şiirlerini besteliyor… Destan formunda yaptığı besteler elden ele, dilden dile dolaşıyor… Ruhların coğrafyasına hem tanık olur hem de o coğrafyalara misafir olur…TRT repertuarına giriyor bazı parçaları… Nazilli Atatürkçü Düşünce Derneği Korosu ise halen kurumsal olarak varlığını sürdürmekte ve o bölgeye iyilik ve güzellik taşımaya devam ettirdiğini de söylememiz gerekiyor…
İbrahim Bilgenoğlu, 1968 yılında başladığı öğretmenlik görevini tam 41 yıl sürdürür ve 2009 yılında emekli olur… 41 kere maşallah dedirtircesine…
Bu arada Yüksel Hanım’ın annesi Ümmügülsüm’ün sağlığı giderek bozulur ve Kumluca’nın kapıları tekrar Bilgenoğlugiller’e açılır… Sanki burada hiçbir şey değişmemiş gibi müzik de koro da İbrahim Bey’i ve Yüksel Hanım’ı bağırlarına basarlar…
Denizi gören, güneşin ufkunda, antik dönemlere gerdan kıran Mavikent’e taşınırlar… Halen de burada yaşamaktadırlar…
Kumluca Atatürkçü Düşünce Derneği bünyesinde kurulan KORO ise tam 2010 yılından bugüne kadar sayısız konsere, etkinliğe imza atarak bir bölgenin kültürel ve sanatsal yaşamına meşale olur…
Bu koro ise üstatlarının kararlı, istikrarlı ve de tutarlı tutum ve davranışıyla birlikte 15 yıldır kilitli ruhları açmaya çalışıyor… Her bir koro üyesi de bu ulvi duruşa saygı ve sevgi besleyerek çalışmalarına devam ediyor… Başlı başına bir öykü oluşturuyor bu koro…
Bizler de bu çalışmaları kitaplaştırarak Kumluca’nın yazılmayanlarını yazarak bir Bellek Duvarı oluşturmaya çalışıyoruz…
Bellek Duvarını yazarken aynı zamanda da Bilgenoğlu ailesinin serüvenini en ince noktalarına kadar yazmaya özen göstereceğiz… Yaptığı bestelerin notalarına kadar yayınlamayı planlıyoruz…
Yüksel Hanım’ın annesi Ümmügülsüm öğretmenimizin Köy Enstitülü günlerinin öyküsünü de burada yayınlayarak bu kuşağa olan görevimizi yapmaya çalışacağız…
Evet, bir öyküye yelken açtık…
Her yazı gibi bu öykünün de sonuna geliyoruz…
Ne kadar yazarsak yazalım hep ama hep bir yanı eksiktir… Bu işin doğası böyledir çünkü… Hayat büyük bir akış… O akışın içindeki nice olaylar ve konukluklar, elbette akla gelmez… Yazıldıktan ve dillendirilmeye başladıktan sonra tekrar bir yolculuk olur ki, nice anılar ve yaşanmışlıklar; gelir insanın önüne dökülüverir…
Ben burada bir helallik istiyorum…
Bütün eksiklikler ve yanlış anlaşılmanın sebebi benim…
Hakkınızı helal ediniz lütfen…
Vesselam…