O gün geldiğinde kırk bine yakın tekstil işçisi, bir direnişe sahne oluyordu.

Bu binlerin tümü de kadındır. Daha iyi yaşama ve daha iyi çalışma koşulları için şalterleri indiriyorlar ve GREV yapmaya başlıyorlardı…

Bu direnişi katılan kadınların üzerine kapılar kapanıyor ve kadın işçiler adeta esir alınıyordu. Ayrıca da fabrikada yangın çıkartılıyordu…

Bu zamana kadar kadınların en büyük eylemi olarak görüldü bu olay…

Günlerden ise 8 Mart, yılı ise 1857… Ülke:  Amerika Birleşik Devletleri’nin New York şehriydi.

Kadınlar için her yılın 8 Mart’ı bir direnişin sembol günüydü…

Aradan 52 yıl geçer ve Amerika’da 8 Mart 1909 yılında “Ulusal Kadınlar Günü” adında bir etkinlik düzenlenerek bu güne yönelik olarak ilk kitlesel olarak anılmaya başlıyordu…

Böylesi bir günün bütün dünyada etkisi o kadar güçlü olmuş ki, 1910 yılında Almanya’nın Köln şehrinde düzenlenen “11. ULUSLAR ARASI SOSYALİST KADINLAR KONFERANSI’’nda 8 Mart’ın DÜNYA KADINLAR GÜNÜ olarak kutlanması kararı alınır… Birleşmiş Milletler de 8 Mart’ı resmi olarak Dünya Kadınlar Günü olarak kabul ediyordu 1977’ yılında…

Bu kararların alınmasında ise Enternasyonalist Sosyalist Clara Zetkin’in büyük katkıları olur… Bir kadın gününün bugünlere gelmesine vesile olur Clara Teyze de…

Evet, böylesi bir tarihsel süreci var 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün…

O gün geldiğinde kadınlar; kendi varlıklarının tarihsel sınıf damarını gündeme getirirler… Kendisi için sınıf olma potansiyellerini Kendisi için Kadın Olma potansiyeline dönüştürürler…

İşte o gün bir tatil değil, sevgili! Günü hiç değil, zamparalığın sahte züppeliği hiç değildir… Günlük popüler kültürün ikonu hiç ama hiç değildi…

Kapitalist dünyanın empoze ettiği Tek Taş Yüzük Günü olarak anlamak da: Anlamlı bir günün içini boşaltmaktı…

Kadınlar o gün geldiğinde bir farklı günün diyalektik dayanışması içinde olurlar…

Bu enternasyonalist gün, bazen bir sinemaya, bazen bir resme, fotoğrafa, edebi esere, bazen de konferans ya da panele zemin hazırlar… Bir mitingin de toplumsal seslenişine; Ortak Ses ve Nefes için buluşulurdu…

Özgürlük de ortak haykırışın adı olurdu…

Buradan da bir kadın savaşçıyı anmadan geçemiyorum: EDİBE ŞAHİN…

Yaşadığı ömrün çoğunu kadınlar arası dayanışmanın sembol ismi olmuş bir Edibe…

Onun kitabını yazmak da bana nasip oldu…

Yüzlerce sayfa sadece KADINLAR için yazılmıştı… Kadınlığın hemen her türlü dönemeçlerini incelikle yakalayabilmiş resme dönüştürmüştü…

Tarih sahnesinde aldığı pozisyon öncelikle kadınlığı sonrasında da Sosyalistliğidir…

Kadın olmayı hiç ama hiç ertelememiş evrensel bir dile yakın olmuştur…

Onun kadınlarının ortak bir davaları, ortak bir duruşları, ortak yaşam serüvenleri vardı… Vardı, çünkü bu girdaplı sorunları yazarak gözümüzün önüne kadar getirmişti…

Emeğiyle geçimini sağlayan, onuruyla yaşamına anlam ve içerik katan tüm kadınların emek günlerini Edibe Şahin’in kimliğinde kutluyorum…