Yılların yollara, yolların yıllara evirildiği bir zaman parçası… Hüzün de var içinde, sevinç de… En çok da “Zorunlulukların” resmigeçidindeki “Göçebelik” hali…

Orhan Yayık, belki Kumlucalılıların en çok gördüğü kişi… Neden mi? Bir kargo firmasının sorumlusu olarak çalışıyor tam 13 yıl… Kargo ile işi olanların gördüğü, tanış olduğu sohbet ettiği kişidir Orhan Yayık… 1966 yılında Elazığ’da doğar… İlkokulu Elazığ da Ortaokulu ise ablasının eşinin vefatıyla ilgili olarak Tunceli’nin Mazgirt ilçesinde bitirir. Liseyi ise Elazığ’da Endüstri Meslek Lisesi’nin Sıhhi Tesisat Bölümü’nü tamamlar. Üniversite sınavlarına girer ama ilkinden yeterli puan gelmeyince; yaşam mücadelesinin ağır basmasından kaynaklı olarak çalışma hayatına atılır…

Sultan Hanım ile evlendiği yıl 1992 yılıdır…

O “zorunluluk” kapıları onu 2001’yılında Antalya’ya düşürür… Önceden deneylerini tamamladığı KARGO işine dönüş yapmak için Antalya’ya başvurur… Temiz ve tartışmasız bir iz bıraktığı için hemencecik de bir iş teklifi yapılır kendine… Kumluca’nın ilk kargo şirketinin sorumlusu olur… Gel zaman git zaman tam 13 yıl o ilçe senin bu ilçe benim gezer ve insanlara hizmet eder… Kumluca, Finike, Demre, Kaş ve hatta Kalkan’a kadar düşer yolu…

Yollar ve yıllar dememiz bu gerçeklikten dem alıyor…

O yolların yalnızlığında şekilleniyor müzikişinas kimliği… O coğrafyaların güzergâhı içinde ezgiler dans edip coşmaya başlar… Ailede de ağabeyi Garip de müzisyendir ve aynı zamanda da saz yapan kişidir… Ağabeyinin saz yapıp çaldığı yıllarda hiç ilgi göstermez bu işe. Adeta sırtını çevirir…

Gelgelelim o yolların davet ettiği ezgiler gelip kapısında adeta nöbet tutar… Bir gün bir dut ağacının yüzü koyun yatmasından kaynaklanır bir saz yapmak fikri… Yeniçepınar’da gördüğü o dut ağacından da üç telli bir bağlama yapar… Çeyiz sandığında saklar gibi saklanır o saz…

Yıllar, Corona yani pandemi dönemidir… Bu sazı da, alır götürür arkadaşı Bayram Akboğa’ya… Bayram Bey de; “ madem böyle bir el emeğin var, gel küçük bir atölye açalım ve burada üretelim” der… Artık iş başa düşmüştür… İlk aklına gelen ise ağabeyi olur ve basar gider Elazığ’a…

Gittiği yıl coronaya yakalanır… Kalır orada bir müddet sonra tekrar döner Kumluca çukuruna… Bir kez daha gider, o sırtını döndüğü saz yapma işi için Elazığ’a… Artık ağaç da çağırıyor, tınılar da çağırıyor Orhan kardeşi… En inçe ayrıntılarını beynine nakşetmeye başladığında Anadolu’nun tüm ezgileri kulağında,  gönlünde birer kapı olarak bir bir açılmaya başlar…

Kumluca’da sözü, sazı olanlarla birer birer tanışır… Atatürkçü Düşünce Derneği Korosu’nun kuruluşunda da sazıyla sözüyle icraatlarda bulunur… Sakin, sessiz görünümünün içindeki volkanı sadece Türkü ezgileriyle susturabildiğinin bilincindedir… Saygısını simasından eksik etmeyen Orhan kardeşin yolu bir ara Belen Köyü’nde saz yapıp söyleyen Sazcı Asım ile kesişir… Onun yaptığı sazlara bakar dikkatle… Hiçbir yapım kuralı olmayan bu sazların çıkardığı sese aşina olur… Elbette ki, saygı da duyar takdir de eder o Belen köylü kahramanı…

Bu sohbeti, ben dâhil iki gönül kahramanı daha var: Atıf USLU ve Murat ANT… Onlar da sohbetimize katkılar koyuyorlar… Atıf hoca her zamanki gibi el emeği üzerine konuşuyor. Ve sazın çeşitli aparatlarını anlatıyor. Bir sazın olmazsa olmazıymış alt köprü ya da eşikler. Yine Tel takozu da… Yine kiraz ağacının kabuğundan yapılan tezene…

Murat kardeşim ise arada bir eşlik ediyor sazıyla ve sözüyle Orhan kardeşe… Neler söylenmiyor ki;

Bir Erzurum Türküsü;

“Hani yaylam hani senin ezelin

Güz gelende döker bağlar gazelin

Yaylam senin hiç gelmez mi güzelin

Hani yaylam hani senin ezelin…”

Sonra Aşık Veysel’den “ben gidersem sazım kalsın yadigar…”

 Sonra öyküsüne koşar gibi:

Uzun ince bir yoldayım

Gidiyorum gündüz gece

Bilmiyorum ne haldeyim

Gidiyorum gündüz gece…

Üç telli saz ile de Alevi değişleri söyleniyor…

Saz ile söz, yürek ile gönül bir araya gelince de yağmura koşuluyor…

Bu öykü de yağmurdan kaçanlarla, yağmura koşanların türküsü oluyor…

Yenicepınar’da boylu boyuna uzanan o dut ağacı oluyor yağmur… Yağdıkca da saz oluyor, söz oluyor… Çalınıyor söyleniyor… Usta ellere yakışan sazlar yapılıyor alınteriyle… Tamir de ediliyor o ellere… sazcı Asım üstadın sazları geliyor bakım için… O sazlara bakakalıyorum… Hangi coğrafyanın ezgileri dolaştı o teknede diye…

Bu ülkenin üretken insanlarının elinde, dilinde, gönlünde doğacak olan güneşe selam diyorum… Hep birlikte yaptığımız bu söyleşiden de çıkardığım çok şey var… Kıyıda köşede kalmış ve şehrin belleğine yazılmamış ne kadar çok DEĞER var diye düşünüyorum… En kısa sürede de Sazcı Asım’ın öyküsüyle karşınızda olmak istiyorum…

Orhan kardeşimin o küçücük atölyesinin ne kadar da bir Anadolu coğrafyasına dönüştüğüne tanık olurken bizi bekleyen şubat ayının güneşine emanet ediyoruz kendimizi…

Vesselam…