Bebekliğimizden çocukluğumuza, gençliğimizden olgunluk dönemine ve yaş almaya başladığımız günlere kadar bizlere eşlik eden İKİZLERİMİZ var… Ellerimiz, ayaklarımız, gözlerimiz kulaklarımız… Bize eşlik etmiştir bir simetrinin ifadesidirler…

Haydi ayaklardan başlayalım…

Bir çift ayakkabı… Ayağın kabı…

Ayaklarımızın gönüllü koruyucusu ve silahsız ahdidir…

Bir bebeğe alınan ilk ayakkabı hiç unutulmaz… Öncesinde patik denemeleri vardır… Mis gibi kokarlar…

Sağıyla soluyla bir ikizdirler… İkiz kardeştirler…

Zenginin ayakkabısı ile yoksulun ayakkabısı hep farklı olmuştur… Zengin ayakkabısı ile caka satarken fakir ise sadece işlevine bakar…

Yürüme sevinci vardır ya… O ilk emeklemeden sonra ayağa kalkış ve o ilk ayakkabı alınma sevdası… İşte oralardan çıkıp geliyor o ikizler… Sonra adımlar gelir… Sağ ayak sol ayağa davetiye çıkarırken ne kadar da çok seviniriz… Sonra arkasından koşmak gelir… Koşarken de bizi taşıyan ayakkabıya dikkat kesiliriz… Ayakların zırhı içindeki ayakkabılar…

 Yaşam ile ölüm arasındaki son girizgâhtır.

Öldüğünde ayakkabıya ihtiyaç yoktur… Ve ilk gözden çıkartılan da ayakkabılar olur…

Kapının önüne konan bir çift ayakkabı, bir nihayeti simgeler… Olmakla ölmek arasındaki mesafenin sırrını verir…

Yazlık ayakkabılar vardır… Kış uykusunda yatarlar…

Kışlık ayakkabılar, ağırdır… O da yaz uykusundan yeni uyanmıştır… Ağır ağabeydir…

Ne de çoktur ayak ile kurulan bağın ayakkabı hususundaki izleri…

Bağcıklı ayakkabılar, biraz emek ister… Eğilip o bağcıkları bağlamak zorundasınızdır… Önünde ilk eğilinen bir ikizimizdir ayakkabılar…

N ed çok isimleri vardır…

Bizimkisi hep soğuk lastiktir…

Adı da Soğukkuyu’dur… 

Top peşinde koşarken hep bu lastikler olurdu ayağımızda… Krampon kelimesi bile ağzımıza bir lükstü…

Diğerleriyle çok sonradan tanışabildik…

İskarpin, başımızın ucunda olurdu… Kendi başlarına yürümesinler diye… Neredeyse nöbet tutardık başında…

Misafirin ayakkabısı da kutsaldır…

Bizimkiler kapının önünde dururlarken, misafirin ayakkabısı içeri alınırdı… Ve hemen giyilmesine kolaylık olsun diye asker disiplini tarzında önüne konulurdu misafirin…

Her ayakkabının rengi, topuklusu ve hikâyesi kendincedir…

Bizim ayakkabılarımız hep daha iyi koşmak içindir… Sıvışmak, kaçmak ve ayakkabı… Onun için bizim ayakkabılar topuklu olmaz… Yarı yolda kalmak istemez bizim kuşağın adamları… Topuk bu, nerede nasıl kopacağı belli olmaz… 1979’un bir mayısında böyle bir sorun yaşamışlığım vardır…

Oysa ben hiç ayakkabılarımı atmadım… Gözümün önündedir ve bir saksıya mekân olur… İçindeki kaktüsler ve çiçekler de çabasıdır…

Ayakkabı üzerine bu kadar yazı yazılır mı diye düşünmeyin…

Çok şeyi çok şeyle ifade eder o efsane ikizler…

Vesselam…