Kardeş iki sanat olarak, müzik ve edebiyat; insanlık tarihi boyunca birbirinin koynunda büyüyorlar. Söz ile müzik nasıl bir dansa övgüler düzüyorsa; sesin yüceliği de koroya dönüşerek çağımızın tanıklığına meydan okuyor…

Bu meydan okumaya yönelik olarak benim de iki kahramanım var: İbrahim ve Yüksel Bilgenoğlu çifti…

Öylesine bir bilgelik gelip konuyor bu çifte… Korolar kuruluyor… Çok sesli çağdaş müziğin ilk frekans noktaları belirleniyor… Akıp giden zamana notalarla “dur” demeyi kendilerine huy edinenler; hem yazıyorlar hem besteliyorlar hem söylüyorlar hem de yönetiyorlar… İki kişilik bir orkestradan söz ettiğimi anlamışsınızdır…

Evet, iki kişiler yani bir çift…

 Ama dünyalarındaki ruh iklimleri öylesine zengin ki, coğrafyaları ellerinin altında bir ezgi, nağme heybesine dönüşüyor…

Bu yazının zor bir yazı olduğunun farkındayım… Topu nasıl olur da taca atabilirim diye de düşünmüyor değilim… Müziğin tınılarında koşan, koskocaman ve sonradan ’dört can’ dünyasıyla örülü bir orkestra…

Başlı başına İbrahim Bey, bir derya olarak çağıldıyor bizlere; yazdıkları ile şiirleri ile besteleri ile çalıp söyledikleri ile ve yönettikleriyle…

Bana bir mitolojik öyküyü hatırlatıyor… Lir ile Pan’ın yarışmasını…

Yunan tanrısı Apollo, Lir çalgısını kullanır… Dionysos ise Pan çalgısını kullanır… Hakem de Kral Midas’tır… Apollo sahneye çıktığında liriyle ezgiden ezgiye geçiş yapar. Bütün kuşlar şakımaya başlar, çiçekler neredeyse hazır ola geçer. Hem yağmur yağar hem de güneş eşlik eder bu yağmura… Apollo kazanacağından emindir… Sıra gelir Dionysos’a alır panını ve başlar çalmaya… Arılar devreye girer, çiçekler neredeyse her bir arıya yuva olur. Ağaçlar yeşermeye başlar, ormanın bütün çanlılarında bir hareketlenme olur… Gökyüzündeki kuşlar sanki bulut misali yağdıkça yağar… Apollo gibi Dionysos’da emindir kazandığından…

Sorarlar Midas’a kim kazandı diye. Bir müddet sessiz kalan Midas, bu seçimin zor olacağından emindir. Karşısında iki Ölümsüz Tanrı bulunuyor. Bir süre sonra kararını Pan’ın lehine kullanır ve Dionysos kazanır bu yarışmayı…

Sonrasında ne mi olur? Elbette kral Midas cezalandırılır ve “EŞEKKULAKLI MİDAS” oluverir… Sizlere de antik bir öyküyü anlatıverdim… Birisi şiirin ve edebiyatın tanrısı-Apollon, diğeri ise şarabın tanrısı Dionysos…

Bilgenoğlugiller’in böyle bir yarışması olmamıştır… Her biri kendi kulvarında şiir ve edebiyat dokuyorlar… Müziki ile de desen veriyorlar… Tıpkı Nazilli Dokuma Fabrikasındaki gibi…

İbrahim Bey’in babası Hakkı Bilgenoğlu çalışır bu fabrikada dokuma ustası olarak… Renklere, desenlere, çiçeklere, o allı güllü basmalara buralarda dokunur… Nereden bilsin geleceğini de bu dokuma fabrikası belirleyeceğini… Dokuma’nın edebiyat ile müzik ile yakından bir ilişkisi olduğunu o yıllarda o yaşlarda aşina olacaktı…

 1949’ yılında Nazilli’de doğar… İlköğrenimini Nazilli de 1960 yılında tamamlar. Nazilli Ortaokulunu 1963 yılında bitirir ve Nazilli Lisesinden de 1966 yılında diplomasını alır…

Nazilli de okuduğu dönemlerin tümünde de bir biçimde müzik, yaşamının bir parçasıdır… Nazilli Lisesi’nde Nazilli Çok Sesli Korosu’nda aktif olarak göze batan bir öğrencidir Bilgenoğlu…

Sevgili DİKENLİ FIÇI okurları, birinci bölümü burada bırakıyorum. İkinci bölüm ise Çarşamba günü önünüze düşecek …

Buyurun İbrahim ve Yüksel çiftinin tınılarla kutsanmış dünyasına…

Vesselam…