Bazı insanlar vardır konuştukça büyürler… O sesin yaladığı her yerde farklı bir nida yükselir… Tınısı insanlara bir sıcaklık verir…

Samimiyetle insanın  gözünün içine baka baka kurduğu her cümlenin bir anlamı ve hedefi vardır…

Elbette Atıf Uslu’dan söz ediyorum…

Bundan hayli yıl önceydi.

Veteriner İsmet Ağabeyin Veteriner noktasında oturuyorum…

Birisi gözümün içine baka baka, “ Adrasan Delisi sen misin?” dedi. Şöyle bir baktım yüzüne doğru, adam gülümsemesiyle bakıyor bana, ben de “beni tanıdığına göre sen de delilik konusunda fena sayılmazsın,” dedim… O zamanların diliminde; Milliyet Gazetesinde çıkan bir haberde benim kitabım anlatılıyor ve bir de yaşam öykümü vermişler… O gazete kupürünü de kesmiş, bana da gösterecekti…

O günden sonra aramızda ciddi bir saygı ve sevgi çerçevesi oluştu… Ben ne zaman Kumluca yakasına gelsem mutlak buluşuruz… Pazaryerindeki Sakallının çay evinde saatlerce sohbet eder çayların ardı akası kesilmez…

Yazın sonu gelmiş, havalar artık sonbahar mevsimine doğru yol aldığı bir zaman diliminde1949 yılında dünyaya gelir. Yaşam savaşı Kumluca’nın Belen Köyünde başlar… El maharetinin geliştiği o yıllarda hem evin hem de kendinin, olgun, olgun olduğu kadar da sorumluluk duygusuyla büyür…

İlköğrenimine 1958 yılında başlar… Biraz geç olsa da 1963 yılında bitirir…

Babasını çok iyi takip eder. Tarım o zamanların olmazsa olmaz geçim kaynağıdır… El becerisi o kadar mı o kadar iyidir. Kullandıkları tarım aletlerinin ahşap kısımlarını çocuk Atıf yapar… Sele – sepet örme işine kadar vardırır el maharetini. Büyük baş hayvan derisinden de ailenin çarık işlerini üstlenir.

Hububat ve pamuk tarımının hemen her aşamasında alın teri akıtır. Bıyıkları hafiften terleye çocuk Atıf da yavaş yavaş sağına ve sonla bakınmaya başlar. Bu yaşamın kendisine biraz basıt geldiğini keşfeder. 1965 yılında açılır Kumluca’ya Ortaokul… Ortaokul, genç Atıf için ilk mihenk taşıdır… Hayatının değişeceğini sanki bilmektedir…

Beykonak köyünden tam üç yıl boyunca Kumluca’ya bisikletle gider okuluna… Teyzesinin evinde kalarak, o dönemlerin “sorumlu genç”i olacak ve her tatil dönemlerinde de ailenin hiç bitmeyen enerjisi ve arzusuyla tarım denen o kutsal işin en gönüllüsü olacaktı…

Gel zaman git zaman, Atıf’a dar gelen bu yaşam, 1968 yılında Nazilli Erkek Öğretmen Okulu’nun yatılı bölümünü kazanır.

Son sınıfta ise ülkemizin kaderlerinden biri olan darbeler sürecinde 12 Mart sürecinde mahkemelerin ve karakolların ağında bir dönem yaşar…

O yıllarda kendini bulan genç Atıf, yavaş yavaş siyasal görüşleri belirginleşmeye başlar ve sömürüsüz bir dunyanın kavgasını vermeye başlar…

Urta Suruç ilçesine öğretmenliğe başladığında yıl 1972’dir.. Burada da coğrafyanın farklı bir sınıfsal gerçeğiyle tanışır… Yaşam biçimi daha da içerik ve anlam kazanır…

Suruç’da üç yıl öğretmenlikten sonra, doğduğu ve doyacağı baba toprağına yani Kumluca’ya gelir. Salur köyünde yapar öğretmenliği… Bu arada da bir köy düğününde iki kardeşin halk oyununa gözü takıla kalır… Müfide ve Edibe…

Radarına giren Müfide öğretmen ile de evlenir…

Darbeler yakasına yapışmıştır bir kere. 12 Eylül faşizminde de kapısı çalınır ve anlamsız gözaltı süreçleri başlar…

Öğretmen hareketinin hemen her bir noktasında görev alır… TÖB-DER üyeliği darbe dönemine kadar devam eder. Sonrasında EĞİTİM-SEN ve Atatürkçü Düşünce Derneği’nin çalışmalarına katıldı ve aktif üyeliğini gerçekleştirdi… Sayısız organizasyona emek verdi ve cumhuriyet değelerini yılmaz savunucusu oldu…

Hayatına sığdırdığı tam yirmi sekiz yıllık öğretmenlikten 2000’ yılında emekliye ayrıldı…

O iki binli yıllarla birlikte tarıma ve el işçiliğine daha bir anlam ve içerik kazandırdı… Sanki nöbetçi tamir ustasıydı…

Çatı da yapardı, kiremit de düzerdi… Bir insanın çalışkanlığı kimliği haline gelmiş ise hep genç kalırdı. Atıf Hoca hep genç ve hep çalışkan… Çağdaş değerlere sahip yetiştirdiği iki kızı var…

Benim için; mini bir müze haline getirdiği balkonu ise fevkaladenin fevkindedir… O efsane müze de ne ararsan vardır… Portakal ağacı da, limon da, guava da, bulunur. Her dem taze tuttuğu yeşillikler ise sağlıklı beslenmenin tılsımını ikram eder…

Parayla- pulla lakası olmaz pek… Kimliğini, kişiliğini öyle küçük şeylere yem etmez… Dipdiri yürür asla eğilmez. Sözünü de sakınmaz… Dili keskin bir kılıç gibidir… Hemen her kesin yardımına koşar. Koşarken de nefes bile almaz… Hemen her gün gittiği Kumluca- Antalya (Edibe’nin sağlık sürecinde) hattında dinlediği halk müziği parçalarının hemen tümünün öyküsüne aşina oymuşluğu da vardır…

Öylesine bir arkadaşım ve sevgili büyüğümdür Atıf Hoca…

Hani söylemiştim ya, bazı insanlar konuştukça büyür diye… Bazı insanlar da konuştukça yalana, dolana ve batağa batar… Sağımızda- solumuzda, önümüzde arkamızda ne çoktur bu kişiler… Tırmanıcı bir istilacıdırlar…

Allahtan Atıf Hoca’lar var da onların sayesinde biraz nefes alıp veriyor ve yüreğimize su serpiyoruz…

Hakkını helal et Atıf Hocam…

Sürçülisan etmiş isek affola…

Vesselam…