Bu bölgede yaşamanın en özel yanlarından birisi de Arı Serenlerini görebilmek ve onların sırlarına şahit olmaktır…
Ben görenlerdenim…
Elmalı’daki, Korkuteli’ndekileri ve Kumluca Dereköy’deki serenleri görüp onların karşısında bir saygı durmuşluğum vardır…
Özelde Milyas, genelinde ise Likya olarak adlandırdığımız bu bölge; arıcılığın da merkezi olarak belirtiyor yazılı kaynaklar…
Şöyle ki:
“Bölgede arıcılığın yapıldığını belgeleyen er erken veri, Karialı Zenon’un kaleme aldığı papirus kayıtlarıdır. İÖ. 259 yılına kayıtlanan elli dokuz bin on iki- 22-29 nolu papirüste, Patron ismiyle anılan bir kaptanın idaresindeki kargo gemisinde1. Hemikadion Likya balının 12 drahmi değerinde olduğu yazılıdır. Bu kayıt, Likya’da Hellenistik Dönemde üretilen balın Mısır’a ihraç edildiğini göstermesi açısından önemlidir. Likya’da arıcılığın yapıldığına dair ikinci önemli veriye Galesionlu Aziz Lazaros’un ölümü ardından kaleme alınan Aziz Lazaros’un Vitası adlı eserde rastlıyoruz…”
Bu bilgiyi de Güneşli Diyarlar Elmalı Dergisinin 3. Sayısındaki SON SERENLER başlıklı yazımdan alıyorum…
Evet bu bölgedeki arıcılığın tarihsel bir serüveni bulunuyor… Serüvenin en önemli hikâyesi ise serenler. Bir halk mimarisi eseri olarak serenler; onlarca bilim insanına konu olmuş ve üzerinde yazılıp çizilmiştir… Etimolojisinden mimari özelliklerine kadar ilgi çekmiştir… Eşsiz güzellikte olan bu mimari yapıların izini sürmek de bendenize düştü…
Özellikle Kumluca Dereköy’de bulunan serenler ahşap gövdeli olup kapısız bir özellik taşır… Diğer serenlerle ölçüsü hemen hemen aynı olmakla birlikte yerden en uzunu bir bucuk metre yüksekliktedir. Çatı sistemi de semer şeklindedir…
Kırsal mimarinin en ince detaylarıyla yapılan bu sevimli serenler bizlere neleri hatırlatmaz ki…
Acaba o yalnızlığın içindeki o serenlerin son görünümleri nasıldır ve bizlere neleri fısıldar… Xsantos’dan beri “siren” gibi fısldamaktadır…
Sahi en son ne zaman gördük o tarihsel yapıları…
Belki bir simge ağıdır kim bilir…
Bir bölgeyi tarihsel kılan en önemli unsurudur tarihi emanetler… Arı Serenleri… Ambarlar… Ağdalıklar… Değirmenler… Köy Konakları… Köy Okulları… Birkaç tane kaldı Arı Serenleri, birkaç tane de ahşap ambarları görmedim değil… Değirmenlerden örnek bile kalmadı… Yine Ağdalıklar da yok oldu gitti…
Modernizmin bize dayattığı “tek tip insan” olma hayali ne yazık ki, değerlerimizi yerle yeksan etti…
Bizler de bu konuda suçluyuz… “Hangi konuda suçlu değiliz.” Dediğinizi duyar gibi oluyorum…
Elde olanları bir güzel restore edelim ve koruma altına alalım ve seren tipi balcılığa geçit verelim… En iyi koruma noktası da “kullanarak, üretim yaparak” korumaktır…
Kumluca Yerel yönetimi, Kaymakamlık ve Kültür Bakanlığı ile bir koordinasyon kurulu kurulmalı ve Kırsal Mimari örneklerinin Envanter çıkarılmalıdır… Gelecek kuşaklara taşınması gereken bu emanetler bizlerin mirası değildir… Gelecek kuşaklara aktarılması gereken emanetlerdir…
İnsanoğlunun tarım ile kurduğu yaşam serüveninde; doğa ile kurduğu ilişki ağının diyalektik bir ilişki ağı var… O ilişkilerin varlığı da bizlere üretim biçimi- üretim tarzı gibi kavramları gündeme getiriyor ki bu da tarih ile kurduğumuz öykünün nesilden nesile aktarılmasına somut neden oluyor…
Vesselam…