Bu yazı 10 Şubat 2021 tarihinde çıkan “Türkçe Deyince” başlıklı yazımızın ikinci bölümüdür. Geçen yazımızda Türkçe denilince en geniş anlamı ile bütün Türk dünyasının yazıp konuştuğu, Türkiye Türkçesinin Türkçenin yalnızca bir kolu olduğu konusu üzerinde durmuştuk. Bu yazımızda ise Türkçenin dolayısıyla Türklerin geçirdiği süreçler üzerinde durmak istiyorum. Biz Türkler diğer milletlere ve onların kültürlerine çok meraklı bir milletiz. Belki de bu merak başka milletlerde yoktur. Bilindiği gibi Göktürkler 630 ve 680 yılları arasında bir fetret dönemi geçirmişler, merkezi otoriteleri zayıfladığı için Çinlilere tâbi olmak zorunda kalmışlardır. Bilge Kağan bu yıllarda Türk beylerinin kendi isimlerini bırakarak Çin isimleri almalarından şöyle yakınır: “TürükbeglerTürük atın ıttıTabgaçkıbeglerTabgaç atın tutupanTabgaçkagankakörmiş.” (Türk beyleri Türk unvanlarını bırakarak Çinlerin hizmetindeki (bu beyler) Çin unvanlarını aldılar, Çin kağanına tabi oldular). Bu yabancı dil merakı bu zaman belki de daha eskilere dayanmaktadır.

Çince kelimeler bir yana Türkler Müslümanlığı benimsedikten sonra ise Arapça ve Farsça kelimelere karşı büyük bir merak duymuşlardır. Bu nedenle Prof. Hamza Zülfikar Türkçede yabancılaşmaya Uygurca metinlerden başlamak gerektiğini söyler.Söz gelimi Eski Türkçe “öd” kelimesi vakit, zaman anlamındadır. İlk islamî eserlerden olan Kutadgu Bilig’de (1069) ve DivanuLugati’t-Türk’te (1074) “öd” kelimesi korunmuşken bundan 70 yıl sonra yazılmış olan Mukaddimetü’l-Edep’te “vakit” sözcüğü öne çıkarılmıştır. Bugün vakitli vakitsiz, vakit nakittir, vakitlice vb birçok türevi ile yaygınlaşan vakit ve zaman kelimeleri öd kelimesinin kullanımdan düşmesine de neden olmuş diyebiliriz.

Türklerin İslamiyet’i kabulü medreselerde Arapça olarak okutulan İslami ilimler dolayısıyla dilimize girmeye başlayan Arapça kelimeler yanında, İran edebiyatının örnek alınması, vezinde ve edebi anlayışta İran Edebiyatı modellerine uyulması yüzünden daha ilk metinlerden başlayarak bu iki dilin kelimeleri Türkçeye girmeye başlamıştır. 15. 16. Yüzyıllarda ise Arapça ve Farsça sözcüklerin Türkçede bir istila haline geldiğini görmekteyiz. Bu sözcükler hem kültürü hem de edebiyatta etkisini göstermiştir. Örneğin “Kurban olayım” deyimi Anadolu ve Azerbaycan’a Farsçadan geçmiştir. Farsça, “QurbanatŞavam” yani kurbanın olayım demektir. Uygur, Kazak, Özbek gibi Türkçenin diğer kollarında böyle bir deyim yoktur. Hatta yine bu yüzyılda yaşayan divan şairi Le’alî, İran’a gidip orada şiir dersleri alır. Dönünce kendini “Acem Şairi” olarak tanıtıp şöhrete kavuşur. Sonra Türk olduğu anlaşılınca gözden düşer ve şu beyti yazar:

“Olmak istersen itibara mahal

Ya Arap’tan yahut Acem’den gel”

Tanzimat öncesi dönemlerinde yırlara (şiirlere) uygun bulunmayan Türkçenin hiçbir suçu yoktur. Suç başka dillere özenip kendi dilini yoksun gören ulustadır. Âşık Paşa’nın şu sözünü unutmamak gerekir: “Türk diline kimse bakmaz idi, Hiçbir gönül Türk’e akmaz idi…”

Bu sözler boşuna söylenmiş sözler değildir. Türkçe sözlerin küçümsendiği, Arapça ve Farsça sözlerin daha medeni sanıldığı bir dönemdir. “Kayın-ata” derken Farsça “peder” kelimesini benimsedik “Kayın-peder” der olduk. “Kayın-ana” derdik. Farsçası ile “Kayın-valide” demek daha hoşumuza gitti. “Babam öldü” diyemedik, kaba saydık, saygısızca bulduk; Arapça “vefat” ile “Babam vefat etti” dedik. Türkçe Bodun (bod- boy) derdik Arapça “Millet”, Moğolca “Ulus” dedik. Millet veya Ulus kelimesini dışlamak için söylemiyorum bunu. Ancak eski kelimelerimizin kullanımdan düşmesi bize eski geleneklerimizi de unutturuyor. Bu da Türkiye dışındaki Türkler ile olan bağımızı eksiltiyor, ortak noktalarımızı azaltıyor.

Bugün de bu devam ediyor. Türkçesi “Ayrıntı” kelimesini bırakıp Fransızcasını “Detay” kelimesini kullanmak daha medeni duruyor. Cümlelerimiz arasında İngilizce kelimeler sıkıştırıyoruz. Okey, yes gibi kelimeleri Türkçe ile beraber kullanıyoruz. Bir dil diğer bir dilden ihtiyaç duyduğu zaman kelime alabilir verebilir. Bu her ulusta böyledir. Ancak kendi dilimizde bunu karşılayacak bir kelime bulunuyorken yabancısını kullanmak özentilikten kaynaklanıyor. Arapça “hakikat” denirdi. Cumhuriyet devrinde “gerçek” sözcüğü türetildi. Şimdi Fransızca “realite” sözcüğü kullanılıyor. Abdest almak, yıkanmak anlamında kullanılan Dede Korkut metinlerinde de çok geçen Türkçe “Yunmak” eylemi kullanılırdı. Şimdi bu kelime yaşlıların dilinde kaldı. İtalyanca “Banyo yap-“, Fransızca “Duş al-“ eylemlerini kullanıyoruz.

Bana göre Türkçülüğün ön koşulu Türkçeci olmaktan geçiyor. Türkçe sözlerin unutulmasını engellemeye, yabancı sözlere karşı olmaya ırkçı olarak bakılmamalı. Ben Yahya Kemal’in deyimiyle anamın ak sütü gibi arı ve duru olan dilimin sözlerini bırakıp ne diye yabancı dillerin sözlerini benimseyeyim?!

Şafak KARAKOÇ