Gün batımın serinliğinin beklendiği gibi, gün doğumunda ayazın kovuluşu da beklenir.

Gün, gün doğumuyla başlar. Gece günün diğer yarısıdır. Güneş dünyamızı terk etmez. Sadece ışığını ve sıcaklığını bizim paylaşamadıklarımıza da dağıtmak için gider. Onlara serinliği bırakırken bize tekrar gelir.

Bulut bazen güneşi gölgeleyen serinlik; bazen güneşi engelleyen ayazdır bedenlere… Bazen bereket taşıyan kara duman, bazen toprağa beyaz örtü kar tanesidir.

Yazda kar özlenir, kışta güneş…

Herkesin hayali farklıdır. Dertleri de…

Dertleri saymayalım şimdi…

Kimi dünyayı yutmayı hayal ederken kimi evine götüreceği ekmeğin peşindedir.

Hayalleri bu gün olanlar vardır.

Bir de sınırsızlar:

Dünyanın kendi etraflarında döndüğünü düşünürler. Tavana oturmuşlardır tepe takla. Her şeyin kendilerine sunulduğunu zannederler. Onlar isterse ısıtmalı güneş. Onlar isterse çekilmeli ufuktan. Onlar isterse yağmur olmalı bulut, onlar isterse maviye dönmeli gökyüzü…

Onlar bencildir. Her şeyin kendileri için olmasını isterler. Onlar ikiyüzlüdür. Aynı göz, burun kulakların etrafında her zaman ikinci, üçüncü yüzleri vardır. Onlar utanmazdır. Boğazlarından yukarıya kan yürümez, kızarmazlar. Onlar maymun iştahlıdır. Tatmin olmazlar, doymazlar…

Paylaşmak mı? Sende olanı ver! Keyifle paylaşırlar.

Sonra neymişiz?

Hepimiz kardeşmişiz!

Adem’den gelmişiz!

Habil’den mi, Kabil’den miyiz?

Hem, ne düşünmüştür Habil ölürken?

Ne yetmedi dünyada altı kişiyken?

İki kardeş, kardeş olamamışken,

Seninle mi kardeşiz gerçekten?

Sen beni sayma kardeş!

Seninle olsaydık kardeş,

Birimiz can çekişirken,

Birimiz yaşıyor olmazdık beleş…

Kendince nizam koyma aleme,

Kenardan geç, uğrama haneme,

Bana kardeşimsin de deme,

Kestirmeden yetiş Adem’e!

Şaban BALTACIOĞLU