Göç, insanlık tarihi boyunca süregelmiş bir eylemdir. Dönem dönem üçer beşer, dönem dönem kitlesel göçler yaşanmıştır.

Tüm göçlerde sosyal, ekonomik, siyasi, coğrafi… sebepler vardır.

Örneğin “beyin göçü” , var olan beyne ve akla uygun çalışma ortamlarının sağlanamaması sebebiyle, sağlanan yerlere doğru gerçekleşir. Beyin göçü tercihsel gibi görünse de aslında bireylerin olanakları açısından zoraki bir göçtür.

İnsanların bir kısmı daha çok özgürlük arayışı için göçerler. Bir kısmı daha fazla ekonomik olanaklar sebebiyle göçerler.

Coğrafi göçler daha çok ilkel dönemlerde gerçekleşmiş iklim değişikliklerine bağlı kuraklık, kötü hava şartları, fiziksel zorluklardan kaynaklanan doğal şartların itmesi sonucu oluşmaktadır.

Nazi Almanya’sında Yahudiler önceleri göçe özendirilmiş, sonrasında ise zorla toplanma kamplarına götürülmüştür. Bu bir zoraki göçtür.

En trajik göç, savaş sebebiyle zorunlu gerçekleşen göçlerdir.

İkinci Dünya Savaşından sonra göç çalışmaları akademik bir alan olmuştur. Özellikle 2000’li yıllarda Türkiye’de de Göç Araştırma Merkezleri kurulmaya başlanmıştır.2013 yılında göç yasası çıkarılarak İçişleri Bakanlığı’na bağlı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Böylece daha önce jandarma ve emniyet teşkilatı tarafından ilgilenilen işlemler, sivil bir kuruma devredilmiştir.

2011 yılından itibaren kitlesel olarak Türkiye’ye akın eden Suriyelilerin kalıcılaşma beklentisi, göç alanındaki akademik ve kamusal çalışmaları yoğunlaştırmıştır. Artık göç, sadece uzman kişilerin değil, sade vatandaşların da ilgi alanı haline gelmiştir. Uluslar arası bir sorun olarak ortaya çıkan mültecilik sorunu sosyoloji, ekonomi ve uluslar arası siyaset bilimlerini yakından ilgilendirmektedir.

Dünyada yaşanan savaşlar, kapitalist sistemin oluşturduğu adaletsiz gelir dağılımı, insanların daha mutlu ve huzurlu yaşama istekleri göç olaylarının devam edeceğinin göstergesidir. Öyleyse uyum, entegrasyon, asimilasyon, çok kültürlülük, kültür çatışmaları, kimlik tartışmaları, toplumsal homojenlik, ekonomik düzey, güvenlik gibi kavramlar toplumlar içinde tartışılmaya devam edecektir.

1951 Cenevre Sözleşmesi mülteci, şartlı mülteci, sığınmacı kavramlarını tanımlamıştır. Türkiye 1951 Cenevre Sözleşmesini coğrafi kısıtlama ile imzalamıştır.

Mülteci; geçici koruma altındaki insanlardır. Dünyadaki mültecilerin yarısından fazlasını Suriyeli, Afganistanlı ve Somalililer oluşturmaktadır.

Özellikle Avrupa ulus devlet anlayışı ile göçmenleri, mültecileri, sığınmacıları vatandaşlık ve sosyal refah düzeyine meydan okuyan, toplumsal düzeni bozan, diaspora oluşturan bir tehdit olarak görmektedir. Bu nedenle göçmenlere karşı kapılarını kapatmaya ve sınırlarını her geçen gün sıkılaştırma başlamıştır. Bu tedbirler doğrultusunda Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçmek isteyen mültecileri Türkiye’de tutabilmek için para yardımı önermiş ve bunu uygulamıştır.

2016 yılından itibaren Türkiye dünyada en fazla mülteci barındıran ülke olmuştur. Göç sosyolojisi çalışmaları ekonomi, demografi (nüfus bilimsel), antropoloji (insanbilim), tarih, coğrafya gibi birçok bilim dalının ortak çalışma alanıdır. Kontrollü ya da kontrolsüz göçlerle ilgili oluşan nüfus dalgalanmaları toplumun tüm kesimlerini etkileyen bir olgudur.

Türkiye’deki mültecilerle ilgili nasıl bir çözüm üretileceği konusu hala belirsizliğini korumaktadır.

Şaban BALTACIOĞLU