Sevmek ne güzel bir duygudur aslında. Ne çok severiz çocuklarımızı. Annemizi, babamızı, kardeşlerimizi…
Peki, iç düşündünüz mü? Acaba yanlış mı sevdik ya da yanlış mı sevildik bazen? Bu günden düne bakın şöyle bir. Hangimizin annesi, babası bizleri sevmedi ki? Elbette sevdiler bizim çocuklarımızı sevdiğimiz gibi. Sevdiler, korudular, kolladılar. Yedirdiler, içirdiler, giydirdiler. Hatta belki çok fazla sevdiler ki; sınırlar koydular, denetlediler, korudular.
O kadar çok sevdiler ki; azarladılar hatta dövdüler. Yaptığımız çocukluk yanlışlarında, yanlışımızı öğretmek için, yanlışlardan görebileceğimiz zararlardan korumak için dövdüler. Ağladık, “Ağlama!” diye bir daha dövdüler. Kim bilir belki zayıflık gördüler ağlamamızı. Sevdiklerinden ağlamamızı istemediler.
Belki çocukça gönlümüz düşmüştü komşu kızına. Onun önünde maruz kaldık azarlamalara, cezalara, kabamıza vurulan, ensemize vurulan tokatlara… Çocuk yüreğimizde belki anlayamadık bizi sevdiklerini. Belki incindik, öfke duyduk, isyan ettik, bir an önce büyümek istedik.
Başkalarının anne ve babalarıyla kıyaslamalar yaptık. Çünkü onlar dövmedi bizi. Onlar, hep iyi davrandılar. En çok annemize babamıza şikayet ettiler. Oysa biz onların çocukları değildik. Kendi çocuklarına ne yaptıklarını hiç bilemedik. Nedense bizim annemiz babamız da başkalarının çocuklarını dövmezdi. Kızılan, dövülen bizdik.
Bazılarımızın babası küfürler bile etti. Belki küfürden azarlanma kadar etkilendik. Ama küfür etmeyi de öğrendik.
Çocukça heveslerimizle çok şey istedik onlardan. Çok sevdiler ama her istediğimizi yapamadılar. Yaptıklarına çocukça sevindik, yapmadıklarına büyükçe sinirlendik.
Ceza olsun diye kapıda bekletildik. Ceza olsun diye işe gönderildik. Ceza olsun diye istediklerimiz yapılmadı.
Onlar anne babalarından öyle gördüler, bize gördüklerini öğrettiler. Biz onlardan gördüklerimizle büyüdük ve anne, baba olduk. Çocuklarımızı çok sevdik…
Öğretmenlerimiz de severdi bizi. Yayan yapıldak geldiğimiz mesafelere aldırmadan, sınıfa geç kaldık diye ayakta bekletildik arkadaşlarımızın önünde. Çocukça yaramazlıklar yapamadık. Hep uslu olalım, koşmayalım, konuşmayalım,hep çiçek olalım, öylece kalalım istendik. Oysa bütün çiçekler ömrü vardı. Ömrünü tamamlayınca kurur, dökülürdü.
Ceza olsun diye sayfalarca yazı yazmamız istendi. Cezamızı tamamladıktan sonra bir daha yazamadık. Ceza olsun diye sayfalarca okumamız istendi, sonra okuyamadık. Çünkü yazarsak, okursak kendi kendimizi cezalandırmış olacaktık.
Hepimiz çiçekleri severiz değil mi? O kadar çok severiz ki onları dalından koparır, kurumalarını seyrederiz.
Köyde yaşayanlar bilir. Kelebekler de çok güzeldir. Sevmek için yakalayıp avuçlarımıza almışlığımız olmuştur. Oysa kelebekler güzel oldukları kadar narindir de… Zaten kısa olan ömrünü avuçlarımıza alıp severek daha da kısaltmışızdır.
Kuşları da çok severiz. O kadar çok severiz ki kafeslere tıkıp evimizin başköşesinde tutarız.
Hepimizin dünden kalan yanlış sevilmenin kesiklerinin izleri vardır ruhumuzda. Farkında olsak da olmasak da…
Sevmek, çok güzel bir duygudur. Ancak sevgi; incitmezse, yaralamazsa, tutsak etmezse, kırıp dökmezse, öldürmezse güzeldir.
Sevgi seven için değil, sevilen için daha kutsal bir duygudur…
Sevgiyle kalın!..
Şaban BALTACIOĞLU