2024 senesi olmalı. Aylardan Temmuz… O çok büyük balkonu olan o evdeyim… Bir şiirle buluşuyorum… O anda alıyorum rahmanıma, çocukluğu, ayrılığı, kırılganlığı, nar ağacını, buz sarayını, yalnızlığı…
Çoklukla onun konuğu oldum… Şiirlerine, denemelerine, sinema yazılarına, türkülerine, resimlerine, kitaplarına, arkadaşlarına… Zaman zaman dostlarıyla tanıştırdı: Kevork, Figen, Zeynep…
Zaman zaman da ben ona ev sahipliği yaptım… Eli hiç boş gelmedi… Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda’sını sırtlayıp getirdiğinde üzerinde sarı eteği vardı… Turuncu daktilosu, şavölesi, rengârenk pastel boyaları, en son yaptığı resmine de son okunuşları bu evde yaptı… Bir ara kayboldu; elinde bir demet kır çiçekleriyle geldi… Çiçekler için kaybolmuştu… Heybesinde Ursula K. Le Guin de vardı… Hrant’da vardı… Didem Madak da…
Onun konukluğunda ve misafirliğinde; ne çok duygu, ne çok deneyim, ne çok renk, ne çok entelektüel derinlik, ne çok sinema ufku, ne çok deneme samimiyeti, ne çok resimlerindeki iç sesleri, ne çok bir anne sessizliği, ne çok hayvanlara düzdüğü efsaneleri, ne çok bir sessizliğin içinden sıyrılıp gelen “ÖZ” duyguları vardı ve yaşamıştım… Evin her tarafı ev olmaktan çıkmış bas bas YUVA olmayı haykırıyordu…
Vazgeçilmez, vazgeçilemez bir tiryakilik ekseninden hiç de samimiyeti ve sahici olmayı bırakmazdı… Bu duyguların karşıtlığı: Koskocaman züppelik idi… Hr konuşmasında bir tutku özlemi ve samimiyeti bulunurdu… İnsanlara sıradan olmayan bir yolculuğa çıkartır, anlattıklarındaki kendi özü ve samimiyetiyle de bir “meydan okuma”nın iddiasını verirdi mütevazı cümlelerle…
Ne kadar çok “BEN” dedi hiç bilmiyorum…
Tanık da olmadım…
Ona en çok “BEN” demek yakışıyordu… O beni de layıkıyla ve hakkıyla da hem yaşıyor hem de taşıyordu… Çünkü Herkesin ‘ben’ diyebilmesi için ana kucağından kopmaya ihtiyacı vardır… Ve o çoktan kopmuştu… Annesinin anlattığı öykülerin, masalların gizeminden hiç sıkılmadı… Derdini de bir masal sıcaklığıyla anlattı durdu… Hiç de yorulmadı… Yeter ki…
Aslında anlattığı kendi kişisel tarihi kadar toplumsal vicdan tarihine de bir İZ düşüyordu…
Derinlik, sessizlik, sakinlik, yolculuk, bir oda, bir demet çiçek, bir bardak çay ya da kahve… Sonsuz edebi derinlik… Sonsuz aydın duyarlılığı… Sonsuz insan sevgisi… Sonsuz yazın disiplini…
Anasının kanlı karnından çıkıp geldiğinde; tanık olacağı O sel, O SİNGER HANIM, O renkler, O Adana, O pamuk tarlaları, O kadınlığın her türlü serencamı, O erguvanlar, O adile Sultanlar, O mermer merdivenlerin soğuk kokusu…
Ve daha bir sürü şey…
Vesselam…