Her çarpı atanı matematik biliyor sanmayın. Nice kirli hesaplar şaşmıştır bu yurtta.
Çocukluğum ve ilk gençliğim komşumuz olan Çalka (Hızırkahya) köyünde geçti. Çalka, Hacıveliler, Kavak ve Salur köylerinin kesişme noktasında dar topraklar üzerinde kurulmuş bir Alevi köyüdür. Eski Finike yolu üzerinde; komşu köylere uzanan dört yol kenarındaki evleri birbiriyle iç içedir. Bu iç içelikten olsa gerek insanları da bir o kadar içten ve sosyaldir. Çok keskin olmayan köy sınırları bahçe aralarındaki sulama kesikleriyle (ark) belirlenir.Köy dışına doğru, diğer köylerle evler iç içe, sırt sırtadır.
Geçimi tarıma dayalı olan bölgemizde ekebilecekleri geniş arazi yoktu. Zengin değildi bir çoğu. Bu nedenle, genellikle bizim köyün –daha geniş ovalarında bulunan pamuk tarlalarında- çapa yaparak, pamuk toplayarak kazançlarına katkı yapmaya çalışırlardı. Bu çalışkanlık yüzlerindeki yaşama sevincini gölgelemezdi hiçbir zaman.
Belli zihniyetlerin ötekileştirilmeye çalışmalarına inat, tutunurlardı ana topraklarına tevazularıyla…
Sosyal adaleti daha çok onlar isterdi haklı olarak.
Aydındılar… Çocuklarını okutabilmek, bir iş sahibi yapabilmek için çırpınırlardı hep. Okumuşluklarından değil, üzerlerine örtülmeye çalışılan karanlıklardandır aydınlıkları…
Beraber çalıştık pamuk mevsimlerinde.
Tarlamızda sabahtan akşama kadar onlarla birlikte pamuk topladıktan sonra, akşam yemeğimi erken yiyip Çalka’nın yolunu tutardım hemen hemen her gün. Akşama kadar çalışmış olmanın yorgunlundan eser kalmamış Çalka halkı, Koca Kesik’in kıyısındaki evlerinin bahçelerinde, kesik üzerindeki köprülerin üstünde birkaç aile bir araya gelerek çekirdek çitlerken, çaylarını yudumlarkenki şenlikleri arasında ulaşırdım Çalka’ya. İlk işim iki sinemadaki film afişlerine bakıp, hangisine gideceğimin kararını vermek olurdu.
Kocaman mahallemizde bir bakkal bile yokken Çalka’da iki tane sinema vardı. Bizim mahalleliler bakkallarını, terzi dükkanlarını, kahvehanelerini Çalka’ya açarlardı.Çalkalılar da kendi dükkanlarını…
Koldan çevirmeli siyah telefonumuzun iki haneli numarasını Çalka’daki postahaneden bağlattırdık.
Berber Kemal abi eski el makinasının dişleri arasına sıkıştırıp yolarak.. az kesmedi saçlarımı üç numaraya…
“Karakaya” dondurma salonunun yanık dondurmalarından az yemedik.
“Ekmeği yenmez.” diyen akıl yoksunları var ya… Fırın da Çalka’daydı. Ekmeğimizi hep oradan yerdik. Azıklarımızı paylaştık pamuk tarlalarının kenarındaki iğde ağaçlarının gölgesinde öğle araları…
1980 öncesinin çatışmalı yıllarında, siyasi görüş farklılıklarımıza rağmen arkadaştık akranlarımız olan Çalka Alevileriyle. Dört köy birbirini tanırdı. Aynı sinemalara girdik, aynı kahvelerde oturduk. Koca Kesik’in aynı serin sularında çimdik. Alakır köprüsünden birlikte atladık, Alakır çayının sularına.
Kumluca’nın Toptaş, Beşikçi gibi köyleriyle de hiç bir sorun yaşamadı Kumlucalılar. Hep birlikte Kumluca’ydık…
Onlar bize “Türk” derdi. Biz onlara “Tahtacı”…
Cenazelerimizi birlikte kaldırırdık.
Birileri farklı milletlermişiz gibi anlattı o yıllarda. Sonraları öğrendik Alevilerin Türk’ün hası olduğunu. Belki onlar da sonradan öğrendi. Bir çoğumuz anladık ki; Alevi’yi öz yurdunda ötekileştirmeye çalışanlar, Türk’ü Türk’ten ayırmaya çalışanlarmış. Anlamayanlar varsa hala, artık anlasınlar…
Birilerinin bir matematiği var belki.
Ama biz biliyoruz ki, bu defa matematik “yalan” söylüyor…
Fitne için Can’a “Defol” diyenin;
“Yüreği topyekün Şerhane” derim…
Bu kadar edepsiz haltı yiyenin;
“Menşei vallahi Kerhane!” derim…(B.Çelik)
BEŞ KÖŞE
Şaban BALTACIOĞLU