Hani Akdeniz kıyılarında sıcak bir yaz günü nefes almakta zorlanırken; önce hafif bir rüzgar eser, sonra gökyüzünü aniden kara bir bulut kaplar ve gürler ya gök delinecek gibi.
Hafif bir serinlik hissedersin. Yağmur yağacak dersin. Sabırsızlıkla beklersin... Gök yine gürler. Sanki yeri delecekmiş gibi.
İnsanlar balkonlara koşar çamaşırları toplamaya...
Açık tezgahların sarsılan ipleri sağlamlanır, dağınıklıklar toparlanır bir taraftan...
Harmanların üstleri kapatılır pür telaş...
Çobanlar bir sığınak arar en yakında...
Kırlangıçlar alaylanır panik içinde.
İri taneli, bozuk ritimli bir kaç damla düşmeye başlar. Başını kaldırırsın bulutlara. Bir damla da sana düşer. Tam kaşının üstüne... Göz çukuruna doğru süzülür.
İliklerine işler bir an serinlik çölde vaha gibi. Gözünü kapatır bulutların dökülmesini beklersin ıslanmaktan korkmadan.
Beklersin kollarını açıp...Düşmez buluttan bir damla daha.
Iskalayan beklentinle gözünü açtığında bulutun istifini bozmadan çekip gittiğini görür hayal kırıklığına uğrarsın. Kolların düşer yanlarına, boş kalan kucak gibi...
Güneş daha bir yakar, çöken nemin “alabulut” buğusuyla bir olup.
Düşen bir damla terine karışır, gömleğin bedenine yapışır, öylece kalırsın kavrulan umutlarınla...
İşte... Yalancı kara bulutlar!
Ağustos’un bunaltıcı sıcağında, hevesleri kursaklarda bırakan bir yaz günü damlası gibi düştünüz umutlara...
Yağmayacaksanız gürlemeyin bari...
Bir daha gelmemek üzere çekip gidin göğümüzden...
Ya Ağustos’un buğulu sıcağında yanalım ya güzün hüznünde yorulalım ya kışın ayazında donalım...
Ya da bahar yağmurlarında ıslanalım adam gibi...
Şaban BALTACIOĞLU