Biz yetişkinler hepimiz çocuk olmayı biliriz. Çünkü hepimiz çocuk olduk.

Herkesin aynı çocukluğu yaşaması mümkün değildir. Doğduğumuz aile, coğrafya, yerleşim yeri, kültür çevresi, aile ekonomisi, yaşadığımız dönem vb farklılıklar içinde yaşanmış çocukluklarımız var.

Kimimizin sayısız oyuncakları olmuştur, kimimizin daha az. Kimimizin oyuncakları hazır alınmıştır, kimimiz kendimiz yapmışızdır. Kiminin akülü arabası olmuştur, kimi tahtadan yaptığı küçük arabalarla mutlu olmuştur.

Kimimiz güzel giysilere sahip olmuştur, kimileri büyüklerinin giysileriyle büyümüştür.

Bugün belli yaşın üstündeki yetişkinler, bazen kendi çocukluklarını özlemle ve gururla anar. Kendi oyuncaklarını kendileri yapmıştır. Uçurtma uçurabilecekleri, top oynayabilecekleri geniş alanlara sahip olmuşlardır. “Az ötede oynayın.” diyen olmamıştır.

Günümüzün çocukları daha mı şanslıdır acaba? Belki birçok imkanlara sahip doğmuşlardır. Teknoloji onların çocukluklarına hizmet eder. Bilgisayar, televizyon, internet, elektronik birçok oyuncaklar ve onlara özel hazırlanmış oyun alanları…Şanslı olduklarını düşünenlerimiz de vardır. Ancak bugünün çocukları daha çok öğrenmek zorundadır. Daha çok çalışmak, daha çok yorulmak zorundadır. Çünkü bilgi artmıştır ve kullanılma zorunluluğu vardır.

Birçoğumuz teknoloji ile ilgili yetersizliklerimizi çocuklarımıza yükleriz. Öğrenme zahmetine girmeyiz. Çünkü “Bu yaştan sonra öğrensem ne olacak ki?” diye düşünürüz. Ama bu çocuklar öğrenmek zorundadır. Hem kendileri için hem kendilerinden öncekiler için hem kendilerinden sonrakiler için…

Çocukluklarını yaşıyorlar mı? Öğrenme yolunda geri kalmama yarışındalar mı?

Bilgisayar, internet, televizyon karşısında geçirilen zaman onlara çocukluklarını ne kadar yaşatır?

Çocukların, ele ayağa dolaşmasın diye anne ve baba tarafından televizyondan açtıkları çizgi filmin başında geçirdikleri zaman, onlara hangi duyguları yaşamsal sıcaklıkta ve karşılıklı iletişim somutluğunda verir? Hangi koordinasyon ve temas becerilerini geliştirirler?

Okul ortamlarında sürekli öğrenmeye dayalı eğitim modeliyle edindikleri teorik bilgileri hayata dair hangi alanlarda uygulamaya fırsatı bulurlar?

Kaç ebeveyn çocuklarına gelecekle ilgili endişelerini hissettirmemiştir? Bu endişelerle çocuklara yüklenilen kaygıları gidermek için hangi tedbirler alınmaktadır?

Toplumun yetersiz duygu ve kültür beslenmesi içinde oluşan sınıfsal farklılıklardan çocukların nasıl, ne kadar etkilenebileceği konusunda sağlıklı birey bilinci çalışmaları yapılmakta mıdır?

Maddi ihtiyaçlarını bir şekilde karşıladığımızı düşünürken, duygusal beslenmelerini ne kadar dengeli sağlayabiliyoruz?

Sürekli bireyselciliğe iten koşullar ve uygulamalar içinde, kolektif zorunluluğunun olduğu gerçek yaşamda bugünün çocukları, gelecekte kendilerine nasıl bir konum belirleyecektir?

Bu ve çoğaltabileceğimiz buna benzer onlarca soru ve sorun karşısında yetişkinler hangi sorumlulukları yüklenme gayretindedir?

Tüm bu sorulara hem sistemlerin hem kurumların hem bireylerin mutlaka cevaplar üretme zorunluluğu vardır. Kafa yorulmalıdır. Zaman ayrılmalıdır.

Aristoteles der ki: “İnsanın bir işi vardır ve bu iş sadece yaşamak değildir. İnsanın işi, ona özgü bir yaşam, yani akılla bağlantılı bir eylem yaşamı sürdürmektir.

Bütün işlerimizin ve zorluklarımızın içinde kendi çocuklarımız için, kendi geleceğimiz için düşünülmeli ve azami çözümler üretilmelidir.

“Ah çocukluğumuz!” nostaljilerinin yanında “Ah çocuklarımız!” demek de gerekir.

Şaban BALTACIOĞLU