Eskiden insanlar bir araya geldiklerinde iki hal dert ederlerdi. Farklı yaşanmışlıklar anlatılır karşılıklı dinlenilirdi. Ortak yaşanmışlıklar karşılıklı eksikler giderilerek anlatılır ve farklıklar olmaz, anılar ortak tazelenirdi. Laf fazla dolandırılmazdı. Bilen anlatır, bilmeyen dinlerdi. Günlük konuşma dilinde samimi ve sade anlatılırdı her şey. Herkesin ufak tefek derdi sıkıntısı olurdu elbette. Umutsuzluklar derinleşmezdi dertlerde. “Hayırlısı...” denilip bağlanırdı gayretlerin güveniyle, kaderin kötü sonuçlar doğurmayacağına beslenen umutlarla...

Şimdilerde herkesin gündemi çok yoğun. İnsanlar kendilerini konuşmuyor bile. Herkes kendini aşmış, memleket meselelerini çözüyor her köşede.

Adam liseyi kaktırmayla bitirmiş. İki yakası hala zıt kutuplu mıknatıs gibi. Kendi sorununu bir parmak şıklatmasıyla çözebilecek edasıyla memleket meselesinden dem vuruyor. İki lafı bir araya getiremiyor. Siyasetin belini kırıyor, siyaset bilimci edasıyla. Belli ki akşam bir tv programında hep aynı sözleri tekrarlayanlardan kendine yakın olanının üç cümlesini sokmuş aklına. (Hani var ya... Bilmem nerenin rektörü, bilmem ne gazeteci, bilmem kim araştırmacı, bilmem neyin uzmanı... Kendine bilim insanı, düşünür belgesi düzenlenmiş, kum saati gibi her çevirdiğinde aynı kum tanelerini döken ve ne olursa olsun aynı şeyleri savunan kombineciler...) Önü yok, arkası yarın...Kendi düşüncesiymiş ve o adam onu haklı çıkarmış gibi höykürerek tekrarlıyor ezberini.
Adam ekonomist... Ömründe simit satmamış. Ekonomik dalgalanmaların kerametini anlatıyor.
Ekonominin kırılganlığı, kriz dönemleri geçişkenliği, faiz lobisinin dayatmaları... falan diyor. Virüs, diyor aralarda... Amerika bitti, diyor. Avrupa dağıldı... Dalgalanmaya bakmayın. Alım gücünün azaldığına bakmayın az kaldı, ha geldi ha gelecek refah diyor. Herkesin evinde buzdolabı, televizyon var diyor.

Yanındaki soruyor:

—Kaç para ile geçiniyorsun?
—Sen boşver onu. Yerli otomobil... diyor.

İç politika, dış politika çocuk oyuncağı.:
—Dış güçler ve içerdekiler, diyor.
—Kim bunlar?
—Biz biliyoruz, diyor.

Adam tarihçi. Doksan yıllık cumhuriyet diyor. Baklayı çıkarmaya kalkıyor.
—Ooopp! Tarihi kimden öğrendin?

Bozuluyor:

—Dedeme öyle demişler. Ecdadımız üç kıtada at koşturmuş, diyor.
—Babanız, dedeniz? diyor diğeri.
—Ecdadımızın emaneti bu topraklar, diyor.
—Hep beraber koruyalım.
—Siz koruyamazsınız, diyor.

Adam sosyal bilimci.
—Memlekette herkes mutlu sizin haberiniz yok diyor.
—Biz başka bir yerde mi yaşıyoruz?

—Bardağın boş tarafına bakıyorsunuz. Dibindeki bir iki damlayı görmüyorsunuz. Hem kışa ne kaldı? Yağmurlar başlayacak. Sel olmazsa, yıldırım düşmezse, toprak kaymazsa bardak nasiplenir bir siğintiden diyor. Bir biz varız bir de siz varsınız. Zaten siz hep böylesiniz, diyor.
—Nasıl yani?
—Böyle işte, diyor.

Devam ediyor:
—Yok abi ya memlekette ahlak bitmiş, diyor.
—Niye ki?
—Namaz yok, abdest yok, diyor. Taş üstüne taş koymak yerine eleştirirsiniz, diyor.

—Siz ne yapıyorsunuz?

—Memleket meselesi, diyor.

—Ee, biz de seviyoruz memleketimizi...
—Yok, sevmiyorsunuz, diyor.
—Nerden biliyorsun?
—Baksana sorduğun sorulara, diyor.

Ezberlerinin dışına çıkmaya ne çapı yeterli ne anlayacak psikolojiye sahip... Hayal dünyasında kurduğu bir tek yola inandırmış kendini.

Etrafına bakıyor, asıl diyeceğini diyemiyor...

Diyecekleri bitiyor...

Şaban BALTACIOĞLU