Ebenin popomuza vurmasıyla başlar nefes alışımız. Her birimizin dünyada alıp vereceği nefes sayısı belli. Her nefes alış verişimiz kum saatinden bir kum tanesinin düşmesi gibi. Son nefesimize nefes nefes yaklaşıyoruz. Bir gün son nefesimizi alıp vereceğiz ve tekrar geriye alamayacağız.
Sayısı belli olan nefesimizi sayma şansımız yok ama zaman bir tespih tanesi gibi sayıyor. Hüüp püff biir, hüüp püff son...

Ölünce bilmeyeceğiz ne yaşadığımızı, nasıl yaşadığımızı. Öldüm ama güzel yaşadım diyemeyeceğiz. İyi ki öldüm zaten iyi bir yaşantım yoktu da diyemeyeceğiz. Herkes gibi öleceğiz. Öldüğümüzü bile bilmeyeceğiz. Kimimiz üç beş kişiyle, kimimiz kalabalık gideceğiz son istirahatgahımıza. Kimimizin üstüne tahta, kimimizin üstüne beton koyacaklar. Hepimizin üstüne toprak...

Hala nefes alıyorken aldığımız tatlar mutlu edecek bizi. Acılarımız nefes nefes yakacak içimizi. Kurtulabildiğimiz kadar “ooohh!” diyeceğiz. Ve derin alacağız nefesimizi, bir o kadar geniş salacağız atmosfere... Bıraktığımız nefesi bir başkası dolduracak ciğerlerine kalabalıklarda. Biz de onların bıraktığını...

İyiler olacak etrafımızda. İyi oldukları kadar mutlu... Bir de kötüler, kötülükleri kadar keyifli...

Sen, bayram günü sollama yasağı olan yerde sollayarak karşından araba gelince kuyruğunu kısıp solladığın aracın önüne sıkışmaya çalışan trafik canavarı! Nefesin sıkıştı değil mi? Solladığın araçtaki de senin gibi bir canavar olsaydı, firen yerine gaza bassaydı, arka koltukta oturan çocuklarının nefesini sen mi verecektin? Tabakhaneye mi yetişecektin?

Sen, Gökbük’teki bayram günü köyünün güzelliğini, Allah’ın bahşettiği kanyonun serinliğini görmek için gelen, “belki oturup bir şeyler yiyip içecekken” lavaboya yönelen kızcağıza tuvaletini kullandırmamak için işini gücünü bırakıp özel gayret sarfeden “bilmem ne” restaurant sahibi ya da çalışanı; ömrünü mü uzattın? Yolun kenarında oturan o güler yüzlü sevgi dolu oldukları gözlerinden belli olan insanlar sana hiç bir şey kazandıramadı mı? Eminim onların varlığından da rahatsızsındır. Mümkün olsa köprünün başından kanyonu izleyenlere de izin vermezsin sen. Ama bak, yetkin cürmün kadar... Senin de nefeslerin sayılı. Kefene cep mi dikeceksin? (Bölgenin güzel insanlarını tenzi ediyorum.)

Sen, iyiliğin mutluluğundan yoksun Ali, Ayşe! Yanında götüreceğin bir tek şey var. Arkanda kalanların, arkandan konuştuklarıdır. Ne kadar iyiysen, o kadar iyi konuşulur. İyilikten ne kaybedeceksin?

“İyi bilirdik!” denmesi yetmez. Nezaketen “iyi bilinmek” var. İyi olunduğu için “iyi bilinmek” var.

İyiye de kötüye de ölüm var!
Kefenin cebi yok ama gönüllerin bankası var...
Belki sebebi yok ama insanlığın da hası var...

Şaban BALTACIOĞLU